Her şey bin dokuz yüz otuz üç yılında hazırlanan yasanın kabul edilmesiyle başladı. Bu yasanın tam adı; “Kalıtsal Eksiklerle Giden Neslin önlenmesi” kanunuydu. Yasanın amacı akıl hastalarını özellikle de şizofreni hastalarını kısırlaştırarak sağlıklı bir nesil yetiştirmek ve akıl hastanelerinde yeni hastalar için yer açmaktı. Bu yasa kabul edildiğinde, Hitler hükümeti henüz altı aylıktı. Ben bunun kötü bir başlangıç olduğunu hemen sezinlemiştim, meslektaşlarıma “kötü şeyler olacak.” Dediğimde “Ne kadar karamsarsınız Dr Krüger.” Demişlerdi. Bunun, kalıtsal olan akıl hastalıklarının önlenmesi için hazırlanmış “bilimsel” bir yasa olduğunu savunmuşlardı. Ama tahmin ettiğim gibi devamı geldi; bin dokuz yüz otuz dokuz yılında “Değersiz Hayatların Tıbbi Yöntemlerle ve Acısız Biçimde Sona Erdirilmesi” adından yeni bir yasa taslağı hazırlandı. Action-T4 adı verilen bu yasa Bir Eylül Bin dokuz yüz otuz dokuz tarihinde yani Hitler’in Polonya’yı işgal ettiği gün kabul edildi. Onların “değersiz” hayatlar adını verdikleri hayatlar ileride tüm Almanya’ya çok pahalıya patlayacaktı.
O günlerde genç asistanım odama gelerek sağlık bakanlığından gelen yazılı emri bana uzattı. Yazıda hastanemizde yatan –başta şizofreni hastaları olmak üzere- hastanede yatan tüm akıl hasatlarının listesi isteniyordu. Asistanım hemen fikir yürüttü “Yeni hastaneler yapacaklar herhalde, böylece hastalarımızla daha çok ilgilenebileceğiz.” “Sanmıyorum,” dedim “kötü şeyler olacak, hem de çok kötü.” Ben istedikleri listeyi yollamadım tekrar bir yazı geldi ben yine savsakladım sonunda sağlık bakanlığından bir yetkili telefon açtı, “istediğimiz listeyi neden yollamıyorsunuz?” “Ne listesi?” dedim anlamamazlığa gelerek. “Bırak bu numaraları,” dedi, “yazının size ulaştığını biliyoruz.” Beni hemen başhekimlik görevinden alarak kendilerine yakın bir adamı göreve getirdiler, tabi o da yukarıdan ne istedilerse harfiyen yerine getirdi. Daha sonra tam yetmiş bin tane şizofreni hastası seçtiler onların deyimi ile “değersiz hayat” seçtiler. Bu rakam tüm Almanya nüfusunun yetmişte biriydi. Ocak bin dokuz yüz kırkta seçilen ilk yirmi hasta duş salonu olarak düzenlenmiş kapalı bir odada karbon monoksit gazı verilerek öldürüldü. Bu o kadar normal karşılandı ki o zaman moda olan üstün ırk ve sağlıklı nesil yetiştirmek için doğal bir uygulama olarak kabul edildi. Ağustos bin dokuz yüz kırk bire gelindiğinde tam yetmiş bin iki yüz yetmiş üç şizofreni hastası katledildi. Katolik Kilisesi ve birkaç aydının cılız çıkışlarından başka hiç kimseden ses çıkmadı. Meslektaşlarımızdan bile. Program Hitlerin emri ile durduruldu ama şizofreni hastalarına yönelik bu uygulamalar farklı yöntemlerle savaş boyunca devam etti. Bu uygulamaların başında aç bırakma, öğünlerdeki kaloriyi azaltma ya da yüksek dozda eroin vererek öldürme şeklinde devam etti. Ama en kötüsü SS subaylarının Pomerania’daki bir hastaneyi karargâh yapmak istemeleriyle yaşandı. Hastanedeki tam üç bin akıl hastası kurşuna dizildi. Resmi rakamlara göre katledilen akıl hastası sayısı yüz otuz yedi bin beş yüz olarak belirlendi. Bu katliamlar sonunda tüm ülkedeki akıl hastalarının yüzde doksan ikisi katledilmiş oldu. Ülkede resmi olarak kayıtlı olan hiçbir şizofreni hastası kalmadı. Bu konuda Almanya dünyadaki ilk ülke oldu.
Peki, sonra ne oldu? Bütün ülke çıldırdı. Çıldırmak delilikten farklıdır; Afrika’dan Rusya’ya kadar her yer işgal edildi. Hastanelerde bu katliamları sistematik olarak yapan doktor ve hemşireler ülke dışındaki toplama kamplarına giderek diğer “değersiz hayatları” yok etmeye devam ettiler. Her ülkede ileri derecede akıl hastalarının sayısı üç aşağı beş yukarı aynıdır, bu değişmez. Bu durum tıpkı zekâ dağılım eğrisi gibi simetrik ve sabit bir oran sergiler. Ama Naziler sağlıklı bir nesil yaratmak adına tüm akıl hastalarını yok ederek ülkenin tüm akıl sağlığını tümden yok ettiler. Oysa akıl hastalığı toplumun genel sağlığı için bir zorunluluktur, bütün akıl hastalarını yok ederseniz, bütün toplumsal dengeyi de alt üst edersiniz. Bu akıl dışı bir doğa yasasıdır, tıpkı. Akıl hastaları -özellikle de şizofrenler- özel insanlardır. Onlar tamamen özgür insanlardır, hiçbir yasaya bağlı değillerdir, bu dünyada hiçbir sorumlulukları yoktur. Tanrı bile onlara hesap sormaz. Bu beyaz önlüklü sözde bilim insanı olduğunu iddia eden Nazi katilleri bu özel insanları katlettikçe savaşın şiddeti ve toplama kamplarındaki vahşet de arttı. Tüm dünya akıl almaz bir zalimliğe tanık oldu. Sırf kulakları biraz büyük olduğu için çocuklar bile bu katliamlardan payını aldılar. Bu yapılan vahşetin tek bir “yararlı” sonucu, Nazi bilim adamlarının iddia ettiği gibi akıl hastalıklarının -özellikle de şizofreni gibi ağır akıl hastalıklarının sadece genetik nedenlere dayanmadığı gerçeğini ortaya çıkardı. Nasıl mı? Savaş sonunda evlerine dönen askerlerin birçoğu başta şizofreni olmak üzere diğer akıl hastalıklarına yakalanarak akıl hastanelerini doldurmaya başladılar. Bin dokuz yüz yetmişlere geldiğimizde ülkemizdeki akıl hastası sayısı tarihimizdeki en yüksek seviyeye ulaştı. Bu kez tüm dünyadaki akıl hastalığı ortalamasının oldukça üzerine çıkmıştık ve aynı yıllarda Almanya dünyanın parlayan yıldızı haline geldi. Cephelerde yenilen askerler evlerine dönerek ülkelerinin tekrar kazanmalarını sağladılar.
21/06/19