Ana sayfa KÜLTÜR George Orwell Cepheye Gidiyor

George Orwell Cepheye Gidiyor

295
0
PAYLAŞ

            George Orwell’in Homage to Catalonia‘sı ( Secker and Warburg, 1938 ) yayımlandığında, sadece 638 adet satmasına karşın, politik etkisi büyük olmuştur. Çünkü, Gordon Bowker’ın da Inside George Orwell isimli eserinde belirttiği gibi, İspanya İç Savaşı’ndaki gerçekleri ısrârla saklayan Stalinistler, amansız bir düşmân ile karşı karşıya kalmışlardır ( Palgrave Macmillan, 2003 ).

Raymond Carr, editörlüğünü Miriam Gross’un yaptığı The World of George Orwell ( Weidenfeld and Nicolson, 1971 ) için kaleme aldığı “Orwell and the Spanish Civil War” başlıklı yazısında, “İspanya İç Savaşı bir kötü edebiyat sağanağı da yarattı. Ama, Homage to Catalonia bunun istisnâlarındandır. Nedeni de çok basittir. Çünkü, Orwell, gerçeği gördüğü gibi kaydetmeye âzim göstermişti. Aslında, Orwell’inki, 1936 ile 1936 arasındaki dönemde, pek çok solcu yazarın asla göze alamayacağı bir şeydi,” der ( s. 64, 1971 ).

Raymond Williams ise, George Orwell isimli eserinin “Politics” bölümünde, “Onun İspanya İç Savaşı hakkında yazdıklarının sağcı düşünceler olduğunu kimse söylenemez. Bağlandığı devrimci hareket ezildiği hâlde, Orwell, İspanya’dan inanmış bir sosyalist olarak dönmüştür,” yorumunu yapacaktır ( Penguin Books, 1971 ).

9 Haziran 1936 günü Wallington’daki St Mary’s Church’te Eileen Maud O’Shaughnessy ile evlenen George Orwell, 26 Aralık 1936 günü, Barselona’daydı. John J. Ross’a göre, Orwell, İspanya’ya Eileen’in cesâretlendirmesiyle gitmiştir ( Shakespeare’nin Titremesi, Orwell’in Öksürüğü, s. 240, 2015 ). Yol parası için de aileden kalma gümüşleri rehin verdiği biliniyor.

Katalonya’ya Selâm‘da, “İspanya’ya gazete makaleleri yazma fikriyle gelmiştim. Ama, birden fikrimi değiştirip, milise katıldım. Çünkü, o sırada ve o atmosferde, yapılabilecek tek makul iş buymuş gibi gelmişti,” diye yazar ( s. 10, 2014 ).

Ancak, ölümünden sonra bulunan yayımlanmamış bir yazısında, bu olayı biraz daha farklı anlatmıştır:

” İspanya’ya gitmeye gazete makalelerim için malzeme toplayabilmek amacıyla niyetlenmiştim. Bununla birlikte, şâyet çarpışmaya değer gibi görünürse, belki de savaşırım diye kafamda muğlak bir düşünce de vardı,” ( Katalonya’ya Selâm, s. 253, 1985).

Bu satırlardan, George Orwell’in İspanya konusunda daha İngiltere’deyken bile kafasının hayli karışık olduğu anlaşılıyor. Ancak, hemen ardından yazdıklarıysa, sınırı geçince POUM milisine katılmaya karar verdiğini kanıtlıyor.

” Bu işe kalkışmadan hemen önce, birisi bana, eğer sol bir örgütten tavsiye mektûbu almazsam, sınırı geçemeyeceğimi söyledi. John Strachey’e danıştım. O da beni Pollitt’e götürdü. Pollitt beni sorguya çektikten sonra, siyâseten güvenilmez biri olduğuma karar verdi ve bana yardımcı olmayı reddetti. Bir de bunlara ilâveten anarşistler üzerine bir alay şey anlatarak, gözümü korkutmaya çalıştı. Sonunda, Uluslararası Tugay’a katılıp katılmayacağımı sordu. Ben de neler olup bittiğini görmeden hiçbir şeye katılmayacağımı söyledim. Bunun üzerine, bana yardımcı olmayı yeniden reddetti ama, Paris’teki İspanya Sefareti’nden bir geçiş belgesi temin etmemi öğütledi. İngiltere’den ayrılmadan önce, pek kuvvetli olmamakla birlikte bazı bağlantılarımın bulunduğu Bağımsız İşçi Partisi’ne de telefon ettim ve bana bir tavsiye mektûbu vermelerini istedim. Barselona’daki John McNair’e hitâben yazdıkları bir mektûbu Paris’e gönderdiler. Sınırı geçtiğimde, anarşistler geçiş belgeme pek dikkat etmedilerse de, Bağımsız İşçi Partisi antetli mektûbtan hayli etkilenmiş göründüler. Ben de tam bu esnâda, hiç tanımadığım John McNair’in mektûbunu çıkarmaya ve POUM milisine katılmaya karar verdim,” ( Katalonya’ya Selâm, s. 253 ve 254, 1985 ).

Niçin bir başkasına değil de, POUM milisine katılmıştır, Katalonya’ya Selâm’dan bunu anlamak pek mümkün değildir ama, Barselona’ya geldiğinde, İspanya İç Savaşı’ndaki örgütler hakkında epey câhil olduğu muhakkaktır. Bunu kendisi de ikrâr edip, şöyle yazacaktır:

” Şâyet İspanya’da ne olup bittiğine ilişkin bir fikrim olsaydı, muhtemelen, POUM’u değil de, CNT’yi seçerdim,” ( Katalonya’ya Selâm, s. 254, 1985 ).

Cephe için askerî eğitime alınmak üzere, Gran Via üzerindeki ve şehrin güney kesimindeki Lenin Kışlası’na gönderilir. Burası ayaklanma öncesinde Lepanto Kışlası’ydı. Yazdığına göre, milise katıldığının ertesi günü cepheye gönderileceği söylenmesine karşın, eski süvâri kışlasında yaklaşık olarak bir hafta kalır. Onun bölüğü, ahırların birinde, üzerlerinde süvârilerin isimlerinin yazılı olduğu yemliklerin altında yatıp kalkmaktadır. Atlar epey önce cepheye gönderilmelerine rağmen, her yer hâlâ at sidiği ve çürümüş yulaf kokmaktadır. Kışlada, belki bin kadar erkek ile, milislerin karılarının dışında, yirmi küsûr da kadın vardır. Ama, onların talîmini erkeklerin seyretmesi, hep sorun çıkartmaktadır. Çünkü, başlangıçta silâhlı bir kadın erkekler için sadece yoldaşken, birkaç ay içinde bu yanılsama sona ermiş, yoldaş artık dişi olmuştur. Kışla pislik içindedir, her köşede çürüyüp kokan yemek artıkları görülmektedir. Yiyecek ve ekmek isrâfı korkunçtur. Sadece Orwell’in kaldığı bölümünden bile her öğün sepet dolusu ekmek çöpe atılmaktadır. Şehir halkı ekmek sıkıntısı çekerken, böylesine bir ziyândan Orwell’den başka kim utanç duymuştur, bilemiyorum.

Talîm denen şeyse fecâattır. Katalonya’ya Selâm‘ı her okuyuşumda, gülsem mi yoksa ağlasam mı, bilemedim.

” Acemi askerlerin çoğu Barselona’nın arka sokaklarından gelmiş on beş on altı yaşlarındaki delikanlılardı. Hepsi devrimci şevkle doluydu ama, savaş konusunda tamamiyle câhildiler. Bu çocukları düzgün sıraya sokmak bile mümkün değildi. Disiplin diye bir şey yoktu, şâyet askerin biri verilen emri beğenmezse, hemen sıradan çıkıp, subayla hararetli bir şekilde münâkaşaya başlıyordu,” ( Katalonya’ya Selâm, s. 16, 2014 ).

Orwell’in bu satırları komiktir ama, o çocukların pek çoğunun milise nasıl katıldıklarını anlattığı kısımsa insanın rûhunu çok acıtmaktadır.

” On beş yaşındaki delikanlıları milise kaydettirmek üzere ana babaları getiriyordu. Bunun nedeninin, milislere verilen günlük on pesetanın ve mebzûl miktarda dağıtıldığı için o delikanlıların arada sırada evlerine de götürebildikleri ekmek olduğu belliydi,” ( Katalonya’ya Selâm, s. 19, 2014 ).

Yabancıların talîmlere katılmak mecbûriyeti olmamasına karşın, makineli tüfeğin nasıl kullanılacağını öğrenmeye pek hevesli olan Orwell, sırf bu nedenle diğer arkadaşlarıyla birlikte talîmlere çıkar. Ancak, askerî eğitim diye bir şeyin olmadığını anlayınca, tarîfsiz kederlere gark olacaktır.

” … eğitim dedikleri, Nûh nebîden kalma budalaca bir yürüyüş talîmiydi. Sağa dönüş, sola dönüş, tam dönüş, üçlü sıralar hâlinde resmî geçit yürüyüşü ve geri kalanı da on beş yaşındayken öğrendiğim bir alay saçma sapan şey,” ( Katalonya’ya Selâm, s. 16, 2014 ).

Bir hafta içinde acemiler yürümeyi biraz öğrenmişlerdir ama, tüfeğin nasıl kullanılacağını ve bombanın piminin nasıl çekileceğini hâlâ bilmiyorlardır. Bundan da geçtik, pek çoğu daha tüfek bile görmemiştir. Orwell, “Sanırım, koca Lenin Kışlası’nda, nöbetçilerin kullandığının dışında tek bir tüfek yoktu” der. Bu yüzden, POUM milisleri, ismine tüfek denen şeyi genellikle ilk defa cephede ellerine alıyorlardı. Doldurmayı boşaltmayı onlara yerine geçtikleri arkadaşları göstermiş olsa bile, daha nişân almayı öğrenmeden vurulup gidenlerin sayısı hayli yüksek olacaktır. Orwell’in bölüğündeyse, tüfek kullanmayı ve nişân almayı ondan başka bilen yoktur.

Sonunda, milislere, iki saat içinde cepheye gönderilecekleri söylenir. Trenin 08.00’de kalkacağı belirtilmiştir ama, uyku sersemi milisler kışlanın avlusunda toplanmayı başarabildiklerinde, saat 08.10’dur. Aslında, bu gecikme subayların umurunda bile değildi. Gecikmelerine rağmen, milislere bir de meşaleli, kızıl bayraklı ve tencere tava takırtıları uğurlama töreni yapılır. Ardından, cepheye gidenleri şehir halkının görebilmesi için en uzun güzergâh seçilir ve La Rambla’ya geldiklerinde, her yerde dalgalananan kızıl bayrakların altında ve onlara pencerelerden el sallayan kadınların dost kalabalığının eşliğinde ikinci bir uğurlama töreni daha yapılır.

Tıklım tıkış trende, yere çökmek bile mümkün değildir. Günümüzde trenle 183 kilometre kadar olan Barselona-Barbastro arasını, o gün saatte 20 kilometreyi bulmayan bir süratle ne kadar sürede almışlardır, doğrusu pek merâk ediyorum. Trenden “ürpertici ve budanmış” Barbastro’da inerler.

 

” … Yıkılmış bir duvarda, savaşın bir önceki yılından kalma, sekiz güzel boğanın arenada falanca gün öldürüleceğini duyuran bir afiş gördüm. Solmuş renkleriyle nasıl da terk edilmiş bir hâli vardı afişin! O güzel boğalarla yakışıklı boğa güreşçileri acaba şimdi neredeydiler?” ( Katalonya’ya Selâm, s. 23, 2014 ).

Orwell’in Barbastro’su bu kadardır. Muhtemelen, başını yerel CNT lideri Eugenio Sopena’nın çektiği anarşistlerin, 2 Ağustos ile 18 Ağustos 1936 arasında, Barbastro’daki dîn adamlarını hedef alan katliâmlarını bilmiyordu. Oradan kamyonlarla önce Siétamo’ya, ardından da Alcubierre’ye gönderileceklerdir. Siétamo için, “Şehrin bazı kısımları şarapnelle yıkılmış, yapıların çoğunun duvarları da tüfek mermileriyle çiçek bozuğuna dönmüştü” der. Yoğun sis yüzünden kamyon sürücüsü bir ara Siétamo ile Alcubierre arasında yolunu kaybeder, siste saatlerce dolaşıp dururlar. Ancak gecenin geç saatlerinde Alcubierre’ye ulaşabileceklerdir.

” Alcubierre, hiç isâbet almadığından, cephenin hemen gerisindeki çoğu kasabadan daha iyi durumdaydı. Yine de, İspanya’nın bu bölgesinde, barış zamanında bile, Aragón köylerinin sefilâne yoksulluğundan etkilenmeden gezmenin mümkün olmadığına inanıyorum. Birbirlerine sokulmuş çamur evleriyle ve kiliseyi çevreleyen taş yığınlarıyla bir kale gibi inşâ edilen bu köylerde, bahar aylarında bile bir tek çiçeğe rastlayamazdınız. Evlerin hiçbirisinin bahçesi yoktu, yalnızca arka avluda katır gübresi birikintilerinin üstünde kümes hayvanları seke seke dolaşmaktaydılar. Yağmur ve sisin birbirini takîb ettiği berbat bir hava hüküm sürüyordu. Dar toprak yollar kimi yerlerde iki ayak derinliğindeki birer çamur deryâsına dönüşmüştü. Bu yollarda tekerlekleri patinaj yapan kamyonlar güçlükle ilerliyorlar, köylülerse, peş peşe dizilmiş, kimi yerde sayıları altıyı bulan katırların çektiği hantal yük arabalarını sürüyorlardı. Birliklerin geliş gidişleri burayı tarîfi imkânsız derecede pis bir hâle sokmuştu. Umûmî helâ veya lâğım türü bir yer bulmak mümkün değildi, zâten hiç olmamıştı,” ( Katalonya’ya Selâm, s. 24, 2014 ).

Alcubierre’deki ilk iki günlerinde milisler silâh dağıtımını beklerler. Orwell’i, orada en fazla Savaş Komitesi’nin duvarlarında sıra sıra kurşun delikleri bulunan binâsı etkiler. Bu deliklerin nedeni, binâda çok sayıda kişinin kurşuna dizilmesiydi. Alcubierre’deki üçüncü sabahlarında tüfekler getirilip, dağıtılır. Orwell şaşkınlıktan donup kalır. Çünkü, ona verilen, ahşap namlu mafhazası çatlak bir 1896 model Alman mavzeridir. Sürgüsü sıkıştığı ve paslandığı için o mavzeri kullanmak mümkün değildir. Hepsi eşit derece kötü tüfeklerle birlikte adam başına da ellişer adet fişek verilmiştir.

Cepheye gidecek POUM milislerine üç farklı tüfek dağıtıldığı anlaşılıyor.

Birincisi Orwell’e de verilen uzun mavzerlerdi. On tüfekten dokuzu yiv-seti paslandığı için işe yaramaz durumdadır.

Yiv-setin önemini çok kişi bilmeyebilir. Bu nedenle, kısaca şöyle açıklayayım: Namlu içindeki oyuklara yiv, çıkıntılara ise set denir. Bir mermiyi daha uzağa isâbetli şekilde gönderebilmenin tek yolu, namlu çıkışında çekirdeğe hız kazandırmaktır. Bu amaçla merminin önündeki hava direncini aşabilme yeteneğini artıracak daha az sürtünme ile karşılaşması için, merminin ileri doğru olan hareketine ilâveten kendi ekseni etrafında da dönüş hareketi kazandırılması düşünülmüştür. Bunu sağlayacak olan da, yiv-set çekilmiş bir namludur. Şâyet uzun süredir bakımı yapılmamış bir silâhın yiv-seti paslanmış ise, en az 0.025 milimetre derinliğinde ve 0.25 milimetre çapında oyuklar meydâna gelir. Aşırı basınç, böyle bir namluyu dağıtabileceği için, kullanan açısından büyük tehlike yaratır. Bu nedenle, karıncalanmış bir namlunun, kullanmadan önce mutlaka değiştirilmesi gerekir.

İkincisi, “Süvâri Mavzeri” veya “Mosqueton” denen kısa mavzerlerdir. Orwell’in yazdığına göre, bunlar, uzun mavzerlerden daha yeni gibi görünmelerine karşın, ayrı ayrı silâhlardan çıkarılıp yeniden birleştirilen parçalardan yapıldıkları için, dörtte üçü beş atıştan sonra tutukluk yapmaktaydı.

Üçüncüsü ise, Winchester tüfeklerdir. Bunları kullanmak diğerlerine nazaran belki biraz daha keyifli olabilirdi ama, tüfeklerden anlayan biri için hayli isâbetsizdiler ve şarjörsüz olduklarından deneyimsiz milislere pek uygun değillerdi. Aslında, Orwell’in Winchester dediği bu tüfeklerin pek çoğu da, muhtemelen,Winchester’in İspanyol kopyası olan ve El Tigre denen tüfeklerdi.

Fişekler ise tüfeklerden daha berbattır. Meksika’dan gelenlerin dışındakiler sonradan doldurma olduklarından, patlasalar bile tüfeklerde sıkışıklık yapıyorlardı. Bu da, milisin kurma kolunu çekip, boş kovanı tahliye edememesi anlamına gelir. Tüfeği sıkışlık yapan milis ise, çatışmada silâhsız kalmış olur. Yakın temasta son çâre olarak süngü takılabilir ama, POUM milislerine baskınların dışında süngü verilmediğini de Orwell yazıyor.

Milislerden beş veya on kişiye bir el bombası dağıtılmıştır. Bu el bombalarının pimli olduğunu düşünmeyin, onlar, anarşistlerin icâdı olan ve FAI denen korkunç nesnelerdir. Pim yerine şerit bulunduğundan, şeriti koparan biri, bombanın ne zaman patlayacağını asla kestiremiyordu. Arâzî çatışmalarında, kullananı da karşısındakini de öldürdüğünden, “tarafsız” bir bomba sayılıyordu. Şehir çatışmalarında bile şâyet bir çatıdan hızla aşağıya atılamıyorsa, FAI’yi kullanmamak, milislerin güvenliği açısından en doğru işti.

Harita, kroki, dürbün, fener veya tüfek yağı gibi şeyleri ise hiç aramayın. Haritayı okuyacak adam olmadığından, harita olsa da zâten bir işe yaramazdı. Tüfek yağı yerine zeytin yağı veya domuz yağı kullanmayı düşünenler çıkıyordu ama, onları bulmak bile zordu. Bu yüzden bütün tüfekler kara pas veya kırmızı pas içindeydiler. Bunlar da nedir diyen olabilir. Kara pas, oksijenin ve rutubetin metale etkisiyle oluşan bir pas cinsidir. Düzenli bakımla önlenebilir. Ancak İç Savaş koşullarında tüfeklerin düzenli bakımının imkânı yoktur. Orwell, “Tüfeğinizi temizlemek istediğinizde çavuşa götürüyordunuz. Çünkü, onun pirinçten uzun bir harbisi vardı. Ama, bu harbi her zaman eğri büğrü olduğundan, namlunun yiv-setini kazırdı” diye yazıyor. Kırmızı pasa ise, nemin etkisindeki yağlarla birleşen barut artıkları neden olduğundan, zamanla tüfek namlusunda karıncalaşma ve aşınma görülür. Böyle bir tüfeğinin tetiğine çökmek, büyük tehlikedir.

Milislere tüfekleri dağıtıldıktan sonra, seksen kişi ve çok sayıda köpekten oluşan bölük, yola çıkar.

” Her milis kolunun kendisine maskot seçtiği en az bir köpeği oluyordu. Bizimle birlikte gelen biçâre hayvanın üstüne kocaman harflerle POUM yazmışlardı ve köpek görünüşünde bir tuhaflık olduğunun farkındaymışcasına garip yürüyordu,” ( Katalonya’ya Selâm, s. 26, 2014 ).

           Arkada Ernest Hemingway’in de görüldüğü köpekli bir gönüllünün fotoğrafı, İspanya İç Savaşı’nın ikonik fotoğraflarındandır. Çok kişi fotoğraftaki adamı George Orwell sandığı için, Homage to Catalonia’nın bazı baskılarının kapak tasarımında o fotoğraf kullanılmıştır. Aklıma Hartcourt Brace & Co.’nun 1980, BGST’nin 2014 ve Bibliotech Press’in 2018 baskıları geliyor. Oysa, fotoğraftaki köpekli adam George Orwell değildir. Fotoğraftaki gönüllünün kimliğini başka bir yazımda açıklayacağım.

Seksen kişi ve çok sayıda köpekle yola çıkan milis kolunun başında ve siyah bir atın üstünde Georges Kopp ilerlemektedir.

John J. Ross, Kopp için, “karizmatik ama kaypak karekterli bir adam” der ( Shakespeare’nin Titremesi, Orwell’in Öksürüğü, s. 239, 2015 ). Haklı olabilir. Çünkü, belgelere nazaran, politik olmaktan ziyâde serüvenci bir Kopp portresi ortaya çıkmaktadır. Orwell’e dayanan bir MI5 belgesinde de, Kopp hakkında, “politik olmayan biri” kaydı bulunuyor. Sonradan David Crook’un Kopp’u NKVD’ye “Orwell’in karısı Eileen ile ilişkisi var” diye raporladığı da ortaya çıkacaktır.

Orwell’in bölüğü genellikle en büyükleri on altı yaşında olan çocuklardan oluşmuştu. Bu çocuklar Orwell’i hep ürkütmüştür. Bodur çalıların ve süpürge otlarının arasından bir dağın eteklerine vardıklarında, oraya katır yolundan tırmanmaya başlarlar. Sonunda kızıl bayraklı ve siper oyuklarından dumanlar tüten mevziye ulaşırlar. Mevzi denen yer, yaklaşık olarak elli yarda genişliğinde ve yarım daire biçimindedir. İstihkâm siperiyse, kısmen kum torbalarından, kısmen de kireç taşı parçalarından yapılmıştır. Onları sığınağından çıkan mevzi komutanı Benjamin Lewinski karşılar. 25 Mayıs 1916 günü Varsòvia’da doğan Lewinski, 1925 yılında Fransa’ya göçen bir Yahudi ailesinin çocuğudur. 1938 yılının Kasım ayında İspanya’dan Bernard Launoy ismine düzenlenmiş belgelerle ayrılacaktır. Anıları “Mémoires et témoignages-De la guerre d’Espagne à la guerre mondiale” başlığı ile yayımlanmıştır ( Matériaux pour l’histoire de notre temps, S. 6, s. 31-34, 1986 ).

Mevzi, Alcubierre ile Leciñena arasında, Monte Pucero’dadır. Orwell, Robert Williams ve onun İspanyol karısının kardeşi Ramón önlerine çıkan ilk boşaltılmış sığınağa dalarlar. Avadanlıklarını bırakıp, sığınaktan dışarıya emeklerlerken ise bir silâh sesi işitirler. Onların bölüklerinden bir çocuk, kazâen tüfeğini âteşlemiş ve sürgüyü patlatmıştır. Ölmemiştir ama, suratı kan revân içinde kalmıştır. Orwell’in İspanya’da gördüğü ilk beş yaralının hepsi de kendi kendilerini vuranlar olacaktır. Akşam ilk nöbetlerini tutarlar ve Benjamin Lewinski onlara mevziyi gezdirir. Orwell, karşıdaki çıplak tepelere bakarak, düşmanın nerede olduğunu sorar. Lewinski’nin gösterdiği yer, en az 700 metre ileride ve derenin diğer tarafındadır. Ellerindeki tüfeklerle o mesâfedeki düşmâna isâbetli bir atış yapmak mümkün değilken, karşılıklı bekleyişe nasıl siper muhârebesi dendiğini Orwell’in kafası almaz. Buna karşın, çocuklar, cepheye yeni gelmenin heyecânıyla düşmâna âteş etmeye başlamışlardır. Gerçekte boş yere fişeklerini harcıyorlardı. İçlerinden biri Orwell’in de âteş etmesinde ısrârcı olur, ona ne derse desin anlamayacağından, o da, çâresiz, nişângâhını 700 metreye ayarlayıp, tetiğe çöker.

Orwell, birkaç gün içinde, 700 metreden kimse kimseyi öldüremeyeceğinden, iki tarafın da asıl meselesinin ısınmak olduğunu kavrayacaktır. Çünkü, hava zehir gibidir. Çocukluğundan beri ciğerlerinden hasta olan Orwell’in en korktuğu şey de soğuktur. Henley-on-Thames’de bebekken birkaç defa bronşit nöbeti, kızamık ve boğmaca geçirmiş, ilk ikisi Eton’da olmak üzere 15 ile 34 yaşları arasında da dört zatürre vak’ası atlatmıştı. Boyu 1.90’dı, ayakkabı numarası da 47’ydi ama, yaşamı boyunca 77 kilonun hiç üzerine çıkamayacaktır. İspanya’dayken 72 ile 74 kilo arasında olmalıdır. Kronik öksürüğü olduğundan, her kış mutlaka hasta oluyordu. Buna rağmen, ucu ucuna sigara yakmayı da hiç ihmâl etmiyordu. Kendisi haftada 170 gram tütün içtiğini söyler. En kötü ve en sert tütünün kullanıldığı sigaraların tiryâkisiydi. Bir makalesine nazaran, işçi sınıfının Woodbine ile Player’s sigaralarını tercîh ettiğini düşünüyorum ( Tribune, 8 Şubat 1946 ).

Orwell çatışmadan korkmayacak kadar cesûr bir adamdır ama, cephede en fazla, soğuktan, tütün kıtlığından ve farelerden korkmuştur. İspanya’nın bütün tütününün yetiştiği Kanarya Adaları Franco’nun elinde olduğundan, her cephedeki milislerin pek sigara bulamadıkları kesindir. Başlangıçta, İç Savaş öncesinden kalma stoklardan sağlananlardan, milislere günde bir paket sigara verilirken, sonra günde sekiz tane sigaraya, ondan sonra da günde beş tane sigaraya düşmüştür. Bir ara hiç sigaranın bulunmadığı “on ölümcül gün” bile geçirirler ( Katalonya’ya Selâm, s. 91, 2014 ). Aragón’un soğuğu da tütün kıtlığı kadar fecîdir. Siper çatışmalarının en önemli beş unsurundan biri olmasına rağmen, yakacak odun bulmaları mümkün değildir. Çünkü, onların dağında tek bir ağaç bile yoktur. Yamaçtaki bodur meşeler hiç yanmadığından, karaçalı, yabanî biberiye veya kuru bektâşi üzümü çalısı toplamak gerekiyordu. Ama onlar da sadece mevzinin solundaki tepenin üstlerinde yetişiyorlardı. Oradan çalı çırpı toplamaya kalkmak, faşist makineli tüfekçilerin önünden geçmek demekti. Aslında, iliği kemiği ısınan İspanyol oğlanlar sapıtabildiklerinden, onları âteşten uzak tutmak da gerekiyordu. Orwell, onlardan birinin, şaka olsun diye âteşe bir el bombası attığını anımsıyor ( Katalonya’ya Selâm, s. 36, 2014 ). Soğuktan bit yaşamıyordu ama, fareler ve sıçanlar her yerdeydiler. Ayağına uyan 47 numara postal bulmak sorun yarattığından, Orwell’in cephedeki en büyük takıntısı postalı olmuştur. Bir defasında o pek kıymetli 47 numarasını kemiren bir sıçan görmez mi, tüfeğini kaptığı gibi hemen onu vurur. Faşistler ise kendilerine âteş edildiğini sanıp, karşılık verince, bütün gece tüfekler konuşacaktır.

Birkaç cephedeki kanlı muhârebeler ile Stalinistler’in kendilerinden olmayanları temizlemelerini saymazsak, “Bu bir savaş değil, ara sıra bir insanın ölüverdiği komik bir opera” diyen Georges Kopp haklı bile olabilirdi. Orwell’in cephede kaldığı günler boyunca da Aragón’da çok büyük bir çarpışma olmayacaktır. Nöbet tutmak, devriye gezmek, siper kazmak; siper kazmak, devriye gezmek ve nöbet tutmak. Hepsi bu kadar. Monte Pucero’ya geleli üç hafta kadar olmuşken, Robert Williams’ı, Ramón’u ve Orwell’i 16 Şubat’a kadar kalacakları güney batıdaki Monte Oscuro’ya gönderirler. Amaç, ILB’nin gönderdiği 25 İngiliz gönüllüyü milis düzeninde tutmalarıdır.

Bu mevzi, yarın içine kum kırlangıcı yuvaları gibi dikine oyulmuş sığınıkların üstündeki tuhaf bir yerdir. Sığınakların içleriyse zifirî karanlıktır ve diz üstü bile ilerlenemeyecek kadar alçaktır. ILP’nin Monte Oscuro’ya gönderdikleri gönüllülerin başında Lanarkshirelı ve 1917 doğumlu Robert Ramsay Smillie vardır. Onun, Stalinistler tarafından tutuklandıktan sonra, 11 Haziran 1937 günü, saat 20.45’te, resmî açıklamaya göre apandisit teşhisiyle, Valensiya’daki Provincial Hospital’ın 20 numaralı odasındaki 315 numaralı yatağa yatırıldığını, ama nedense ameliyata alınamadan,, 12 Haziran veya 13 Haziran günü, resmî açıklamaya göre peritonitten, hayatını kaybettiğini biliyoruz. Robert Ramsay Smillie’yi ölümüne götüren sürecin ayrıntıları için, Tom Buchanan’ın “The Death of Bob Smillie, The Spanish Civil War and The Eclipse of the Independent Labour Party” ( The Histoical Journal, C. 40, S. 2, s. 435-461, 1997 ) ile Mariado Hinojosa’nın “Bob Smillie’s Newly Discovered Prison Dossier Conjures up Questions” ( The Volunteer, 23 Ekim 2018 ) başlıklı yazılarına bakılmalıdır.

Monte Oscuro’daki mevzi düşmân hattına Monte Pucero’dakinden daha yakın olmasına karşın, Orwell, burada da kayda değer bir çarpışma yaşamayacaktır. Monte Oscuro’nun en önemli özelliğiyse, orada asıl silâhın tüfek değil, megafon olmasıydı. Çünkü, iki taraf da, ellerinde megafon, karşılıklı birbirlerine sloganlar atıp, küfürler etmekten başka bir şey yapmamıştır.

16 Şubat’ta, bölgedeki bütün POUM milisleri Huesca’ya gönderildiğinden, Orwell de Monte Oscuro’dan kamyona binip, arkadaşlarıyla birlikte yola çıkar. Kuru fasulye yemekten ve mevziye su taşıyan Aragón köylüsünün zavallı eşeklerinin husyelerini tekmelerini görmekten kurtulmuştur. Orwell, Aragón’da kaldığı süre içinde, köylünün katırlara iyi davranmasına rağmen, eşekleri her fırsatta dövmelerine bir neden bulamayacaktır.  

Yeni siperler ile Huesca arasında yaklaşık olarak dört kilometre kadar bir mesâfe vardır. Komutanları, onları, “Yarın kahvemizi Huesca’da içeceğiz!” diye karşılar. Elbette böyle bir şey olmayacaktır ve Huesca’da kahve içmek düşüncesi her milisin içinde bir ukde olarak kalacaktır. Bu yüzden olsa gerek, 80 yıl sonra, 17 Şubat-19 Şubat 2017 arasında, “Orwell Takes Coffee in Huesca” konulu bir etkinlik yapılmıştır ( The Orwell Society, 25 Şubat 2017 ).  

Bu siperlerdeki altı hafta boyunca da Lanky diye bilinen Arthur Clinton’un sol omzunu parçalayan esrârengiz merminin dışında, sadece tek bir heyecân yaşanır. O da faşistlerin tahkîm ettiği metrûk bir tımârhâneye yapılan başarısız bir baskındır. Hava biraz ısındığından, milislerin hepsi pislikten bitlenmiştir. Mart ayının içinde, iltihaplanan eli nedeniyle, Orwell’i çamur ve taş evler karması bir köy olan Monflorite’deki bir teneke hastahâneye gönderirler. Eileen, annesi Marie O’Shaughnessy’e gönderdiği 22 Mart 1937 günlü mektûbunda, Orwell’e bakan doktoru, “oldukça câhil ve inanılmaz derecede pis” biri olarak değerlendirecektir. Orwell hastahânede on gün kalır ama, kıymetli nesi varsa, hepsini hademe çalmıştır.

Kolu askıdayken köyde ve kırlarda gezip dolaşır. Artık askerî depo olarak kullanılan kilise bir harâbeye dönmüştür. Ama köydeki eski çiftlik evleri kiliseden daha beter hâldedirler. Bu yüzden çok öfkelenir ve “Bazen milislerin ellerine geçirdikleri evleri nasıl kullandıklarını görmek, insanda, o evlerin eski faşist sâhiplerine karşı sinsi bir sempatiye neden oluyordu” diye yazar ( Katalonya’ya Selâm, s. 93, 2014 ). Bir zamanlar manastır olduğunu düşündüğü La Granja isimli yere girmek ise mümkün değildir. Bütün odaları helâ yapıldığı ve ana yapıya bitişik şapelin döşemesi de birkaç karış bokla kaplı olduğu için, La Granja’nın her köşesi, kedi büyüklüğündeki sıçanlarla kaynıyordur. Bununla birlikte, Orwell, en fazla köyün mezarlığından tiksinir. Çünkü, bütün mezarlar çalıların ve otların altında kaybolmuş, toprak altından nasıl çıktılarsa, insan kemikleri her tarafa dağılmıştır.  

Monflorite’den cepheye döndüğünde, hattı, eskisine nazaran daha uygun bir yere çekilmiş olarak bulur. Ancak, 1.200 metre uzunluğunda bir koruma duvarı ile yeni siperlerin inşâ edilmesi gerekmektedir. Bu nedenle, çok soğuk bir gece, iş bölüğünün duvar inşâsı sırasında, Orwell de, bataklıkta yedi saat boyunca nöbetçi olacaktır.

” … insanın vücûdunun giderek daha derine indiği sazlık kokan bir su: sazlık kokusu, uyuşturucu soğuk, kapkara gökyüzünde hiç kımıldamayan yıldızlar, kurbağaların kulakları tırmalayan vıraklayışları,” ( Katalonya’ya Selâm, s. 97, 2014 ).

Gece karanlığında faşistler hiçbir ses işitmemişlerdir ama, şafağın söküşüyle birlikte makineli tüfeklerin korkunç cayırtısı başlar. Herkes kendini yere atıp, kürekleriyle siper kazmaya çabalar. Orwell’in kolu hâlâ askıda olduğundan siper kazamayacaktır. Sırtını koruma duvarına yaslayıp, başının iki karış üstünden geçen mermilere rağmen, bir dedektif hikâyesi okur. Bu arada ILP’den Thomas Buck Parker kalçasından vurulur. Sonradan, karşı taraftan firâr eden bir askerden, o gece nöbetteki beş kişinin kurşuna dizildiklerini öğrenirler.

Bir akşam üstü, Benjamin Lewinski, onların arasından on beş gönüllü isteyene kadar da, topçu bataryalarının yüzünden kafalarını bile kaldıramadan beklemek zorunda kalacaklardır. Yakınlardaki faşist palankasına baskın yapılacaktır. Orwell de gönüllü olur. Hemen Meksika yapısı fişeklerini yağlar, süngüsünü kirleterek parlaklığını giderir, biraz ekmekle biraz sucuğu ve Eileen’in ona Barselona’dan gönderdiği puroyu paket yapıp beklemeye başlar. Her birine üçer el bombası verilmiştir. Onlar FAI denen korkunç nesnelerden olmamalarına rağmen, çift pimli olmaları nedeniyle ayrı bir derttiler. Pimleri çektikten sonra yedi saniye içinde patlıyorlardı ama, pimlerden biri hayli sert olduğundan, kullanan açısından yedi saniye bile pek güvenli bir süre gibi değildi.

Gece yarısından az önce, bardaktan boşanırcasına yağan bir yağmurda, Benjamin Lewinski onları alıp Torre Fabián’a götürür. Orada kendilerini baskına katılacak diğer milisler beklemektedir. Kopp onlara önce İspanyolca ardından da İngilizce hitâb ederek,saldırı planını açıklar. 13 Nisan gecesi Torre Fabián’daki İspanyol milislerden biri olan ve 29 Aralık 2010 günü Barselona’da 94 yaşındayken hayata vedâ eden Roma Marquez Sato, o gece, bir atın üstündeki Kopp’un teatral tavırlarının kendilerini çok güldürdüğünü anımsadığını söylemişti.

” Faşistlerin buradaki cephe hattı L biçiminde bir kıvrım yapıyor, bizim saldırmamız gereken koruma duvarı ise L kıvrımının köşesinde yükselen arâzî üzerinde uzanıyordu. Tabur komutanımız Jorge Roca ve Benjamin’in komutası altında, yarısı İngiliz yarısı İspanyol otuz kadarımız yukarı doğru tırmanacak ve faşistlerin telgraf tellerini kesecektik. İlk işâret bombasını Jorge atacak, biz de faşistleri bomba yağmuruna tutarak koruma duvarının dışına sürecek ve yeniden toparlanmalarına fırsat vermeden koruma duvarını ele geçirecektik,” ( Katalonya’ya Selâm, s. 103, 2014 ).

Orwell’in Jorge Roca dediği kişinin gerçek kimliği konusunda hâlâ sıhhatli bir bilgimiz bulunmuyor. Andy Durgan, onun 2’nci Alay 3’üncü Tabur komutanı Gregorio Jorge olduğunu belirtmektedir ( Revista Internacional de la Guerra Civil, S. 8, s. 152, 2018 ). Düşman hattına sürünerek ilerlerler, Jorge Roca önce dış telleri keser, en önde Roca, Lewinski ve Orwell, içteki tellere ulaştıklarında, koruma duvarından üstlerine ateş edilir. Nöbetçi onları ya görmüştür ya da seslerini duymuştur. Jorge, dizlerinin üstünde, koruma duvarına doğru bir el bombası attığı ândaysa, karşı taraftan çok sayıda tüfek atışı da başlar.

” Her mazgal, oluktan fışkıran bir alev fıskiyesi gibi görünüyordu. Karanlıkta üstünüze âteş açılması her zaman Allah’ın belâsı bir şeydir, her tüfek alevi dosdoğru size nişân alıyormuş gibi gelir. Ama en kötüsü bombalardır. Bir bombanın çok yakınınızda patlayışını görmeden bunların ne dehşet verici şeyler olduğunu kavrayamazsınız. Gündüz vakti sadece infilâkın sesi duyulur, karanlıkta ise bir de insanı kör eden kamaştırıcı kızıl ışık vardır. İlk âteşte kendimi yere atmıştım. Bu işler olur biterken yapış yapış çamurun içinde yan yatıyor, bombanın birinin pimiyle yırtınırcasına uğraşıyordum. Lânet şey, bir türlü çekilmiyordu. En sonunda pimi yanlış yöne çektiğim kafama dank ediverdi. Pimi dışarı doğru çekerek dizlerimin üstünde doğruldum, bombayı fırlattım ve kendimi tekrâr yere attım. Bomba koruma duvarının dışında sağda bir yerde patladı; korku hedefimi şaşırtmıştı. Tam bu ânda başka bir bomba önümde patlayıverdi, öylesine yakınımdaydı ki, infilâkın sıcaklığını hissedebiliyordum. Yere yapıştım, yüzümü o hızla yere çarpınca boynumu incittim ve yaralandığımı sandım. O şamatanın arasında usul usul vuruldum diye İngilizce konuşan birinin sesini duydum. Bana dokunmayan bomba, pek çok kişiyi yaralamıştı. Dizlerimin üstünde doğruldum ve ikinci bombayı fırlattım,” ( Katalonya’ya Selâm, s. 107, 2014 ).

Orwell bir ara iki âteş arasında kalır, karşı taraftan gelecek mermilerden değil de, arkasından hedef gözetmeksizin âteş eden kendi arkadaşından korkar ve “Bana âteş etmesene aptal herif!” diye bağırır. Roca’nın yaralandığını o ân fark edip, Lewinski’nin arkasından üçüncü bombayı fırlatır. Bu defa bomba makineli tüfek yuvasının yanında patlamıştır. Faşistlerin şaşkınlığından faydalanıp, koruma duvarının yükseldiği alçak yamaca doğru atılırlar. Attıkları bombalar her şeyi tahrîb ettiğinden, siperlerden hiç ses gelmiyordur. Sonra, siperden fırlayıp sola doğru koşan birini görür. Onu süngülemek için peşinden koşarsa da, adam hızla kaybolur. Koruma duvarının arkasında, bir ikisi yaralı, on altı kişi kalmışlardır. Belfastlı Patrick O’Hara elinde sargı bezleriyle yanlarına gelirken, çalışır durumda bir makineli tüfek arayan Orwell’in dikkatini faşist sığınakların sefâleti çeker.

” … bu zavallı maaşsız kur’a askerlerinin battaniye ve ıslak birkaç ekmek parçasından başka bir şeyleri yoktu anlaşılan,” ( Katalonya’ya Selâm, s. 111, 2014 ).

Bu sırada birisi bağırarak, faşistlerin sol taraftan geldiklerini haber verir. Asıl tehlikeli nokta, hiçbir siperin bulunmadığı ön cephe olduğundan, baskın birliği için pek büyük bir dert olmayacaktır. Orwell’in hemen yanında bir kolundan yaralı olmasına rağmen âteş etmeye devâm eden Douglas Thompson vardır.

” … koruma duvarından atlayanlar bize yaklaştıklarında, onların bizim üniformalarımızı giymiş olduklarını gördük ve destek kuvvetleri diye tezâhürât yaptık. Ancak, gelenler yalnızca dört kişiydiler, üç Alman ve bir de İspanyol. Arkadaşlarımızın başına gelenleri sonradan duyduk. Arâzîyi iyi bilmediklerinden yanlış yere yönelip faşistlerin tel örgülerine yapışmışlar. Çoğu vurulmuş, bu gelenlerse şans eseri kaybolanlardandı,” ( Katalonya’ya Selâm, s. 112 ve 113, 2014 ).

Onların peşinden de faşistler gelmekte, yüz veya iki yüz yarda mesâfeden, bir makineli tüfek ise devâmlı çatırdamayla yaklaşmaktadır. Kum torbalarını o tarafa çektiklerinde, bir havan mermisi tepelerinde vızıldayıp, silâhtan arındırılmış bölgeye düşer. Faşistler yirmi yarda mesâfeye kadar yaklaştıklarında, Robert Ramsay Smillie, onlara bir bomba fırlatır. Ama, patlamaz. Bunun üzerine, Douglas Moyle, cebinden çıkardığı bir bombayı hemen Orwell’e yollar. Orwell de bombayı fırlatıp, kendisini yere atar.

” Hani insana senede bir defa rastlayan şu talih vardır ya, onun sayesinde bombayı tam da yerine düşürmeyi becerebilmiştim. Bir infilâk gümbürtüsü ve hemen ardından şeytânî çığlıklar ve iniltiler duyuldu. Birini yakalamıştık, öldü mü ölmedi mi bilmiyorum, ama çok kötü yaralanmıştı. Zavallı adam, zavallı! Çığlığını duyunca, belirsiz bir hüzün hissettim. Fakat aynı ânda, bize âteş açılan yerde, ayakta birini gördüm. Tüfeğimi ona doğrultup, tetiğe çöktüm. Başka bir çığlık daha, ama bombanın etkisi hâlâ devâm ediyordu sanırım,” ( Katalonya’ya Selâm, s. 114, 2014 ).

Saldırı püskürtülür püskürtülmez, John Paddy Donovan cephe duvarından atlayıp, geri çekilme emri verir. Kopp da onları beklemektedir. Roca’nın ve Reg Hiddlestone’un dışındaki bütün yaralılar götürülmüş gibidir. Kopp, kayıpları aramak için Douglas Moyle ve Orwell ile birlikte üç İspanyol’u palankaya yeniden gönderir. Hava artık tehlikeli olabilecek kadar aydınlanmıştır. Palankaya yaklaştıklarında önce yoğun bir âteşle, ardından da üstlerine gelen hayli kalabalık faşistlerle karşılaşırlar. Bütün güçleriyle koşup, kaçmaktan başka çâreleri yoktur. Sığınağa girdiğindeyse, heyecândan bir türlü uyuyamaz, uzun süredir üstünde taşıdığı puroyu çıkarıp, yakar.

25 Nisan’da yerlerini başka bir tabur alır, tüfeklerini onlara devredip, Monflorite’ye doğru izin yürüyüşüne geçerler. Orwell, cephedeki ilk 115 gününü geçirmiştir ve artık tabanlarından geriye pek bir şey kalmamış olan postallarıyla Barselona’ya izne gidiyordur. Sıcak bir hamamda yıkanmayı, temiz şeyler giyinmeyi ve çarşaflı bir yatakta uyumayı çok özlemiştir. Monflorite’deki bir ambarda biraz kestirip, sabaha karşı bir kamyona binerler ve Barbastro’daki treni yakalarlar. Lerida’dan aktarmayla, ancak 26 Nisan günü saat 15.00 sularında Barselona’ya varabilirler. Zavallı Orwell! Kendisi için asıl dertlerin 26 Nisan’dan sonra başlayacağı aklının köşesinden bile geçmediğinden, yol boyunca hep cephedeki ilk 115 gününün iyi ve kötü anılarıyla cebelleşip durmuştur…  

BİR CEVAP BIRAK

Yorum yap!
Adınızı giriniz