“Şiir yoksa şehir de yok!” Biraz sert lakin net bir slogan. “Accion Poetica” diye bir hareket var, onların icadı. 1996 yılında Meksika’nın Monterrey şehrinde bir duvara yazıldı. Hareket de aynı yıl orada ortaya çıktı. Kurucusu Armando Alanis Pulido adlı Monterreyli bir şair. Bir duvar-edebiyatı hareketi olan Accion Poetica aslında “Şiir Sokakta” hareketinin ta kendisi. Bizdeki heveslileri şairlerimizden beğendikleri dizeleri duvarlara yazıyorlar, oluyor sana “Şiir sokakta” hareketi. İşin aslı böyle değil açıkçası; kolektif bir duyarlık ve yaratıcılık esas onlarda. Dizeleri birlikte oluşturuyor ve yine birlikte onları duvarlara yazıyorlar. Gençler yapıyor bunu, duvar-edebiyatı yoluyla kentlilik düşüncesi peşinde olan gençler.
Şehirleşme üzerine yazacağım ya, buradan gireyim dedim. “Şiirsiz şehir olmaz olsun” da denilebilir ki ayrıca da olmuyor, vaziyet ortada.
Ama durun bakalım, yurda “Akıllı Şehir” konsepti geliyormuş; konferanslar, sempozyumlar düzenlenmiş. Şiir şöyle dursun (her ne kadar bizde “şuur”dan kaynaklanıyor olsa da), bu konsept baş döndürücü, çözerse o çözer, adı üstünde “akıl”, yok daha ötesi. Deniliyor ki, ‘Akıllı Şehir, varlıkları ve kaynakları verimli bir şekilde yöneten bir şehirdir. Bunun için de o yönetimi hakkıyla gerçekleştirme yönünde kullanılacak bilgiyi sağlamak amacıyla çeşitli türde elektronik veri toplama bağlantıları (sensörler) kullanır.’ Demek ki bu akıl başka bir akıl, akıllı teknolojiler ağının bahşettiği. Ekonomik, sosyal ve çevresel açıdan sürdürülebilir kentler istiyorsak işte geldi yetişti. Zaten fikir de buydu; kentlerin dijitalleşmesi yetmiyordu, bütün aktörlerin -gelişmede ve karmaşada rolü olan- koordineli bir biçimde organize olmaları zorunluydu. Kadim enerji, trafik, atık yönetimi gibi konular olsun; bilgi işlem teknolojileri gibi yenice altyapı konuları olsun; yaşam kalitesi, çevre ve sosyal ar-ge alanları gibi kalitatif konular olsun, bunların birbirinden ayrı düşünülmemesi gerektiği vardı bu fikirde.
Fikir 1990’larda Batı’dan çıktı,”smart city” diye. Bugün Akıllı Şehir olma yolundaki yerleşimlerin sayısı, çoğu Avrupa’da olmak üzere 77’yi bulmuş durumda. Bunlar bir tarafta dursun, sonları konseptte bir boşluk olduğu da görüldü ve “akıllı vatandaş” (smart citizen) kavramı üzerinde düşünülmeye başlandı. Kentli bireylerin iletişim ve bilişim teknolojilerini bu konsepte uygun kullanması gerekiyordu. Akıllı şehir örgenlenmesine bir de akıllı vatandaş katıldı mıydı bütün bileşenlerin (ekonomi, ulaşım, yönetişim, çevre, kültür vb.) tıkır tıkır işlediği şehirler ortaya çıkacaktı.
İyi o zaman alalım bu konsepti; vatandaşlarımızı, kentli bireyleri bu teknolojiyle donatalım. Alalım donatalım da şehirleşme, kentleşme sorunlarımızı çözelim. Batı bize pazarlasın, yeni müteahhitler devreye girsin, kamu kaynaklarımız feda olsun. (İçinde bulunduğumuz güncel dönemde etkili olan bu yaklaşımın arkasında büyük veri, sosyal medya, nesnelerin interneti, her şeyin interneti gibi mega eğilimler durmaktadır. Akıllı kent düşüncesi ile teknolojik yenilikler bir kez daha kentsel mekanı dönüştürme iddiasını ortaya koymuştur. Bu seferki dönüşüm ikinci katmandaki etkileşimler gibi işlevsel/sektörel olmaktan ziyade toplum katmanında gündelik hayatın fethine yöneliktir. Teknolojik olgunluğa ulaşan akıllı şehir uygulamalarının agresif bir pazarlama stratejisi ile öne çıkarıldığı bu tanımlamada vurgu daha çok enerji verimliliği, akıllı altyapı, açık veri, açık ağlar, kesintisiz erişim ve dönüştürücü mobil hizmetler üzerinedir. Koray Velibeyoğlu) Şehirleşme bakımından, modernleşme tecrübesi, kent politikaları, teknoloji üretimi ve proje yönetimi olarak Batı’dan ne eksiğimiz var! “Akıllı vatandaş”a gelince; şehirlerimizde birey olmuş, kentlilik bilincine ermiş bir beşeri varlığımız var zaten, e vatandaşlarımız teknolojiye de meraklı, şehirleri akıllansın, şehirlerde yaşam kalitesi artsın diye bin sensör olsa bağlanacak.
Acaba böyle mi?!