Ana sayfa DOSYA UNUTULMUŞ YAZARLAR – 4

UNUTULMUŞ YAZARLAR – 4

903
0
PAYLAŞ

Hasan Tanrıkut
“Hasan’ı Faşizm Yedi!”

Attilâ İlhan, Hasan’la Bir Zamanlar’da ( Sanat Olayı, Mart 1981 ), şunu yazmıştı:
“O Hasan Tanrıkut ki, eğer sade suya tirit şairlerden biri olmadıysam, iktisat, tarih ve felsefe okuduysam, toplumsal ve bireysel bileşimlerin önemi üzerinde duruyorsam, hepsini ondan aldığım hızla yapmışımdır,” ( s. 26 ).

Attilâ İlhan’ın yazısından altını çizdiğim bir kısım da şöyleydi:
” … ilk defa Hasan’ın şahsında kuramın aynı zamanda felsefe, iktisat ve tarihle bağlantılı diyalektik bir bütün olduğu kanısına vardım; felsefe, sistemlerini su gibi anlatıyor, onların arasında toplumculuğu kuru ve tutkusal bir siyasal kavga olarak değil, değişik ve yeni bir dünya idraki olarak tanımlıyordu,” ( s. 26 ).

Hasan Tanrıkut ismini ilk defa Attilâ İlhan’dan öğrenmiyordum, ama onun Hasan’la Bir Zamanlar yazısını okuduktan sonra Hasan Tanrıkut’un dramını merak edip araştırmaya başladığım da bir gerçektir.

Hasan Tanrıkut’un yazmaya başladığı yıllar, Salâh Birsel’in Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu isimli kitabındaki ifadeyle “çıkıp çıkıp batan dergiler” dönemidir ( s. 127, 1983 ). Reha Oğuz Türkkan onun için Türkiye’de Solcular ve Kızıllar isimli 62 sayfalık kitapçığında “Hilmi Ziya Ülken’in her şeyi yüzüne gözüne bulaştıran acemi çırağı” yorumunu yapsa da ( Bozkurtçu Yayını, s. 6, 27 Ağustos 1943 ), 1940 ile 1950 yılları arasındaki dergi yayımcılığının en başarılı örgütçüsünün Hasan Tanrıkut olduğu muhakkaktır. İlk yazıları İnsan, Yeni İnsan, Yaratış, İşte Sanat Edebiyat ve Sosyoloji dergilerinde yayımlanmıştır.

Hilmi Ziya Ülken’in İnsan dergisinin serüveni Niko Kiriçis’in Beyoğlu’ndaki Nisuaz Pastahanesi’nde başlamıştır. Nisuaz’a gelen edebiyatçıların kimler olduğunu merak edenler Salâh Birsel’in Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu isimli kitabındaki “Nisuaz Edebiyat Fakültesi” ( s. 109 – 122, 1983 ) ve “Sanat Öfkeyle Başlar” ( s. 123 – 133, 1983 ) bölümünü okuyabilirler. Hilmi Ziya’nın öğrencisi Hasan Tanrıkut da genellikle Cumartesi günleri oradadır. İnsan dergisi 15 Nisan 1938 ile Ağustos 1943 arasında 25 sayı çıkmıştır. 15 Nisan 1938 ile 8 Mayıs 1939 arasında yayımlanan ilk 12 sayıyı derginin birinci dönemi, 1 Nisan 1941 ( S. 13 ) ile Birinciteşrin 1941 ( S. 18 – 19 ) arasında yayımlanan 7 sayıyı derginin ikinci dönemi ve Şubat 1943 ( S. 20 ) ile Ağustos 1943 ( S. 24 – 25 ) yayımlanan 6 sayıyı ise derginin üçüncü dönemi olarak sınıflandırmak mümkündür. Ağustos 1941 tarihinde 3 sayı ( S. 15 – 17 ), Birinciteşrin 1941 tarihinde 2 sayı ( S. 18 – 19 ) ve Ağustos 1943 tarihinde yine 2 sayı ( S. 24 – 25 ) birlikte yayımlanmışlardır. İnsan’ın birinci döneminin sonrasında Hasan Tanrıkut 3 sayı Yeni İnsan dergisini çıkarır. İnsan ve Yeni İnsan dergilerinden başka İstanbul Üniversitesi’nin Sosyoloji, Selâhattin Hakkı Esatoğlu ile Halit Eskişar’ın Yaratış ve Faruk Fenik ile Osman Sokollu’nun Şubat 1944 ile Haziran 1944 tarihleri arasında 4 sayı yayımlanan İşte Sanat Edebiyat dergilerinde yazar. İşte Sanat Edebiyat’ın 4’üncü sayısındaki Şekil Nazariyesi ( s. 32 – 34 ), Yaratış’ın 1945 yılında yayımlanan 6’ncı sayısındaki İzafiyet Nazariyesi ve Realisme ( s. 9 ), Sosyoloji dergisinin 1942 yılının 1’inci sayısındaki İktisadî Devletçilik ( s. 328 – 345 ), 1943 yılının 2’nci sayısındaki Irk Psikolojisi ( S. 438 – 422 ) ile Dinî Sosyoloji ( s. 417 – 438 ) başlıklı yazılarından ziyâde kısa ömürlü Yeni İnsan dergisindeki Estetik, Ahlâk, Tabiat Prensiplerine Giriş ( S. 1, s. 3 – 8, 1940 ), Estetik, Ahlâk, Tabiat Prensiplerine Giriş: Bediî Ahlâk’ta Estetik, İlim ve Felsefî Unsur ( S. 2, s. 2 – 6 , 1940 ) ve Estetik, Ahlâk, Tabiat Prensiplerine Giriş ( S. 3, s. 2 – 4, 1940 ) yazılarıyla tanınır. Doğan Ruşenay imzasını da ilk defa Yeni İnsan’ın 1’nci sayısındaki Aşk Ahlâkı yazısında kullanacaktır ( s. 10 – 14 ). Derginin 2’nci sayısındaki Nurullah Ataç Hakkında ( s. 26 – 27 ) başlıklı yazısına da Doğan Ruşenay imzasını atarken, 3’üncü sayıdaki Hilmi Ziya: Hayatı, Eserleri, Sistemi başlıklı yazısını ise asıl ismiyle kaleme almıştır ( s. 16 – 18 ). Onun “Estetik, Ahlâk, Tabiat Prensiplerine Giriş” yazıları kadar İnsan dergisinin Ağustos 1941 tarihli ( S. 15 – 17, s. 7 – 11 ) ve Şubat 1943 tarihli ( S. 20, s. 12 – 14 ) “Determinist Felsefe” yazıları da şöhretini büyütmüştür. Salâh Birsel Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu’nda şöyle yazar:

” Doğrusunda, bu yazıları kimse okumaz. Ama, yine de büyük bir filozof gözüyle bakılır kendisine,” ( s. 131 ).

Hasan Tanrıkut’un Dramı

Hasan Tanrıkut, 1917 yılında, Girit’in Hanya kentinde eşraftan zengin bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Babası Rûşenizâde Ali Bey, annesiyse Fetanet Hanım’dır. Aile, Hasan 8 yaşındayken, Dersaadet’e gelip yerleşti. Hasan’ın Mehmet ve Zeynep isimlerinde 2 kardeşi vardır. İlk tahsilini Şişli Terakki Lisesi’nde, orta tahsiliniyse İstanbul Erkek Lisesi ve Haydarpaşa Lisesi’nde yapar. Haydarpaşa Lisesi’nin Edebiyat Kolu’ndan 1938 – 1939 döneminde mezun olup, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin Felsefe Bölümü’ne girer. Hasan Tanrıkut, öğrenciliği sırasında Edebiyat Fakültesi’nin hizmetliler kadrosunda çalışmaya başlar. 1944 yılının Şubat döneminde Servet ve Fazilet isimli sosyoloji teziyle mezun olur. Bu tezde esas olarak hocası Hilmi Ziya Ülken’in “materyalist” döneminden yararlanmakla birlikte, Doğu ve Batı çatışmasına ilişkin kendi düşüncesi de tezahür etmektedir. 1 Temmuz 1944 günü, Sosyoloji Bölümü’ne, asistanlığa geçen Safinaz Bayar’ın yerine “müzakereci ve öğretmen” olarak atanır. Edebiyat Fakültesi’ndeki bu görevinin yanında, Nişantaşı Kız Ortaokulu’nda, Eyüp Ortaokulu’nda ve Pangaltı Mıhitaryan Okulu’nda öğretmenlik yapar. Hasan Tanrıkut’un Edebiyat Fakültesi’ndeki asaleti ancak 1 Mayıs 1948 günü onaylanır ve kadrosu 27 Mayıs 1948 günü okutmanlığa geçirilir. Hocası Hilmi Ziya Ülken’in Hasan Tanrıkut hakkındaki raporu şöyledir:

” Sosyoloji Ahlâk Enstitüsü’nde fiilen 5 yıldan beri asistanlık yapmakta olan 15 lira maaşlı öğretmen adayı Hasan Tanrıkut’un başarıları dolayısıyla aslî asistanlığa geçinceye kadar hiç değilse asilliğinin tasdikine müsaadelerinizi derin saygılarımla rica ederim.”

Hasan Tanrıkut’un okutmanlığa geçirilmesinden 2 ay kadar sonra, üniversitelerdeki okutmanlık kadrosunun tenkisatına ilişkin 12 Temmuz 1948 günlü ve 4036 sayılı kanunun yayınlanıp yürürlüğe girmesi üzerine kadro harici kalır. 2 Mayıs 1943 ile 31 Mayıs 1949 arasında Hilmi Ziya Ülken ile çalışan Hasan Tanrıkut’un “Türk Tarihinde Sosyal Tabakalaşma” konulu tezi de Hilmi Ziya Ülken’den, Zeki Velidî Togan’dan ve Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’ndan teşekkül eden jüri tarafından reddedilir. Cafer Vayni’nin Türk Düşünce Tarihinde Gerçek Gazetesi ( 1997 ) konulu yüksek lisans tezinde, Hasan Tanrıkut’un 31 Mayıs 1949 günü askerliği nedeniyle fakülte ile ilişkisi kesildiği belirtilir. Buna karşın Gün dergisinin 30 Kasım 1946 günlü 29’uncu sayısının 2’nci sayfasında “Hasan Tanrıkut” başlığı altında verilen duyuruda, “Bu değerli arkadaşımız askerlik hizmetine çağrılmış olduğundan, Gün’ün imtiyaz sahipliğini ve neşriyat müdürlüğünü, dergimiz müessisi Esat Âdil Müstecâbi deruhte etmemektedir,” ifadesi yer alır. 19 Ocak 1950 günü İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne müracaat ederek, mağduriyetinin giderilmesini talep ederse de, 21 Ocak 1950 günü bu talebi reddedilir. 23 Ekim 1951 günü bu kez de Edebiyat Faültesi’nin seminer kitaplığında çalışmak için yazılı müracaat eder, ama 26 Ekim 1951 günü yapılan sınava girmez.

Hasan Tanrıkut’un akıl ve ruh sağlığını etkileyecek olacak ilk büyük kırılmayı hocası Hilmi Ziya Ülken nedeniyle yaşadığı muhakkaktır. Fakülte yıllarında Hasan Tanrıkut’un hayatındaki en önemli kişi Hilmi Ziya Ülken’dir. Onun Aşk Ahlâkı’nı ( 1931 ) ve İnsanî Vatanperverlik ( 1933 ) isimli eserlerini elinden hiç düşürmüyordur. Hasan Tanrıkut’un “Ahlâkçı” öğretiden “Marksist” yönteme geçmesinde bu eserlerin büyüktür. Ne var ki, Hilmi Ziya Ülken, öğrencilerinden Cahit Tanyol’un da teyit ettiği gibi, “cesur” ve “omurgalı” biri değildir. Değişen siyasal ortamın etkisi ve korkusuyla eski fikirleri yavaş yavaş değişmeye başlamıştır. Bu konuda psikolojik bit çâresizlik içinde öğrencisine de “baskı” yapmaya bile başlamıştır. Bunun üzerine Hasan Tanrıkut’un hocasına “Ben üniversiteye girene kadar Marksizm diye bir şey bilmiyordum. Marksizmin ne kadar doğru olduğunu siz bana öğrettiniz. Gelin tartışalım. Şâyet vaktiyle doğru dediğiniz şeyin şimdi yanlış olduğunu bana kanıtlarsanız, ben de ancak o zaman size biat ederim,” dediği rivayet edilir ( Cafer Vayni, Türk Düşünce Tarihinde Gerçek Gazetesi, s. 50, 1997 ). Aziz Nesin’in Benim Delilerim ( 1984 ) isimli eserine göre, akıl ve ruh sağlığını etkileyecek ikinci büyük olayı karısı yüzünden yaşar. Cafer Vayni, yüksek lisans tezinde, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin kayıtlarına dayanarak, Hasan Tanrıkut’un 25 Mayıs 1944 tarihinde evli olduğunu belirtir. Karısı, annesi ve evlatlığı ile birlikte aynı adreste ikamet etmektedir. Aziz Nesin, Benim Delilerim’de, bir gün polise Hasan Tanrıkut’un komünist olduğuna dair ihbar yapıldığını ve bu ihbarda onun ikamet adresinde çok sayıda belgenin bulunduğunun belirtildiğini yazar. Bu ihbar üzerine polis eve baskın yapar. Hasan Tanrıkut o sırada Osmanbey’de Kırağı Sokağı’ndaki Kırağı Apartmanı’nda ikamet etmektedir. Ancak, polis, Hasan’ın “en az 200 metrekarelik dairesinde” kitaplardan başka bir şey bulunamaz. Polis ona muhbirin karısı olduğunu söyler ve kadının imzalı dilekçesi ile ifadesini gösterir. Hasan Tanrıkut, kendisini polise ihbar eden kişinin karısı olduğunu öğrenince, ayrılırlar ( s. 67 – 68 ). Attilâ İlhan, Cafer Vayni’nin kendisiyle yaptığı 12 Ağustos 1997 günlü söyleşide, “Hasan askere giderken, ben Hasan’ın evinde kaldım. Ev boştu. Evi bana emanet etti. Kendisi askere gitti,” dediğinden, bu olay şâyet gerçekse 1946 yılından önce gerçekleşmiş olmalıdır. Ne var ki, Attilâ İlhan’ın,”Onu tanıdığım sıralarda, karısı onu bırakmıştı. Hasan bunun acısını çekiyordu. O kadını tanımadım. Ama onun hakkında çok şey dinledim Hasan’dan. Karısının kendisinden uzaklaşmasını ve sosyalistliğinden dolayı onu bırakmış olmasını Hasan uzun süre hazmedemedi. Mutsuz etti Hasan’ı kadın. Onun için ben kızarım o kadına, tanımadan, bilmeden. Anlaşılan, rahatı seçmiş o kadın. Çünkü, Hasan’la rahat edemeyeceği muhakkaktı. Belli ki, o yüzden gitti,” şeklindeki ifadesi, Aziz Nesin’in belirttiği ihbar olayını şüpheli hale getirmektedir. Aziz Nesin, ihbardan bir hafta sonra polisin “kitapları iade etmek için” Hasan Tanrıkut’u müdüriyete çağırdığını da belirtiyor. Oysa, Hasan Tanrıkut’un Kıbrıs’tan Birleşmiş Milletler’e yazdığı mektupta, “Türkiye polisinin elinde bulunan 13 raflık kütüphanemin ve listeleri sunulan eserlerimin iadesi hususunda tavassutlarınızı pek çok rica ederim,” şeklinde bir ifade bulunduğundan, 1954 yılında dahi 13 raf tutan kitaplarının hâlâ poliste olduğu ve kendisine bunların iade edilmediği anlaşılıyor. Karısı ile ayrılmasına Aziz Nesin’in bahsettiği ihbar neden olsaydı, Hasan Tarıkut bunu mutlaka Attilâ İlhan’a anlatırdı. Ama, karısıyla yollarının ayrılmasının nedeninin Hasan Tanrıkut’un sosyalist düşünceleri olduğu muhakkaktır. Attilâ İlhan’ın ifadesine nazaran, olay daha ziyâde kadının onu terk etmesine benziyor. Bu ayrılık da Hasan Tanrıkut’u çok sarsmıştır. Hasan Tanrıkut’un akıl ve ruh sağlığını bütünüyle kaybetmesine neden olacak son olaysa, Kıbrıs’ta maruz kalacağı faşizan baskılardır. Onun “dünyadan kopmaya başladığına” ilişkin 1955 yılı tarihlendirmesi de pek doğru değildir; İstanbul 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde Türkiye Sosyalist Partisi’nin üyelerinin yargılandığı davanın 10 Nisan 1953 günlü celsesindeki tanık beyanı ve Kıbrıs’tan yazdığı 9 Ağustos 1954 günlü mektubu adaya gelmeden epey önce hastalığının başlamış olduğuna dair kanıttırlar.

Hasan Tanrıkut, 1953 -1954 döneminde Kıbrıs’taki Lefkoşa Türk Lisesi’ne edebiyat öğretmeni olarak atanır. Abdi Çavuş Sokağı’ndaki Ali Rıza Oteli’nin bir odasında pansiyoner olarak kalır. Aynı otelde Mağusa’daki Namık Kemal Lisesi’ne müdür olarak atanmadan önce ( 1954 – 1955 ) Lefkoşa Türk Lisesi’nin felsefe öğretmeni olan “tuhaf karakterli” ve “aşırı sağcı” Ahmet Zeki Peser de kalmaktadır. Lefkoşa Türk Lisesi’nin Türkçe ve Edebiyat öğretmenlerinden biri de Baf’ın Poli kasabası nüfusuna kayıtlı 1928 doğumlu Aydın Sami’dir. Babası memur olduğu için sürekli değişik yerlere tayin oluyordu. 1946 yılında Lefkoşa İslam Lisesi’ni bitiren Aydın Sami, pasaport alamadığı için yüksek tahsile gidemez. Devlet Hastanesi’nde eczacılık kurslarına katılır. Ancak parasız ve gönüllü yaptığı bu hizmetin sonucunda bir pasaport alıp, yüksek tahsil için İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydını yaptırır. Ne var ki, maddi imkânsızlıklar nedeniyle bir yıl sonra Kıbrıs’a geri dönmek zorunda kalır. Posta Dairesi’nde memur olan babasının da emekliliği yaklaştığı için Poli’ye tayin olmuştur. İngiliz Sömürge Yönetimi’nin, emekliliği yaklaşan memurları kendi memlektelerine tayin etme gibi bir kuralı vardır. Poli’ye ailesinin yanına dönen Aydın Sami, Söz ve Halkın Sesi gazeteleri için imzasız yazılar kaleme almaya başlar. Poli o bölgede en çok Türk köyünü barındıran kasabaydı. Türkler Poli’de bir ortaokul açılması için kampanya başlatınca, dönemin Evkaf Murahhası Kemal Bey, Aydın Sami’yi makamına çağırıp, sırf bir yıl hukuk tahsil ettiği için ona bu okulu kurma görevini verir. Bir dönem Poli Ortaokulu’nda öğretmenlik yapan Aydın Sami’ye Ankara’daki Gazi Eğitim Enstitüsü’nde burs verilir. Aydın Sami, hızlandırılmış bir eğitim sonucunda öğretmen olarak mezun olur ve Lefkoşa Türk Lisesi’ne atanır. Rumlar’a ve komünistlere karşı Dr. Fazıl Küçük’ün siyasal çizgisindeki “kontrol altına alınamayan” gençlerin kurduğu bazı çete örgütlenmelerinde “tetikçilik” yapar. Bununla birlikte Aydın Sami’nin asıl yıldızı sonradan Türk Mukavemet Teşkilatı içinde yükselecektir. Hasan Tanrıkut, Lefkoşa Türk Lisesi’nde göreve başladığında, Aydın Sami okulun yurdundan da sorumluydu. Ahmet Zeki Peser ile birlikte okulun “sağcı” öğrencilerini “komünist” Hasan Tanrıkut’a karşı kışkırtır. Bunun sonucunda, Ergün Uysal isimli bir öğrenci, ders esnasında hocası Hasan Tanrıkurt’a yumruk atar. Okulun müdürü asıl ismi Mehmet Salih Abdülmecit olan Baf kazasının Aynikola köyünden Salih Mecit’tir. Maarif Dairesi müdürüyse Hüsnü Feridun’dur.

Özker Yaşın, arkadaşı Nevzat Karagil’e gönderdiği 22 Eylül 1954 günlü mektubunda, şunu yazacaktır:
“ Son haftalarda can sıkıcı bir olay yaşadık. Hasan Tanrıkut adındaki Türkiyeli bir felsefe ve edebiyat öğretmenini Lise’deki işinden çıkardılar. Sebebi ders verirken komünist propagandası yapıyormuş! Gerçekte böyle birşey yoktu ve Tanrıkut haksız yere bir takım mikropların iftiralarına kurban edilerek harcandı.”
Özker Yaşın mektubuna şöyle devam eder:
” Hasan Tanrıkut isimli bu gariban öğretmenin işinden atılmasında Zeki Peser önemli bir rol oynadı. Hem gidip Dr. Küçük’ü etkiledi, hem okulda Tanrıkut’un sinirlerini iyice bozacak bir kampanya başlattı. Bu arada Türkiye’deki dostlarına mektuplar yazarak, adamın geçmişini araştırdı. Öğrendikleriyle burada Maarif Dairesi’nde çalışanları telaşlandırdı.
Böylece Hasan Tanrıkut’un suyu ısındı. Maarif Dairesi Müdürü Hüsnü Feridun ile adamları, Tanrıkut’u tuzağa düşürüp işinden attılar. Bu yaptıkları yetmiyormuş gibi geleceğini de kararttılar. Kıbrıs’taki okullarımızda komünizm propagandası yaptı diyerek, onu Türkiye’deki çeşitli yerlere ihbar ettiler. Tanrıkut anladı ki, Türkiye’ye dönse, hemen tevkif edilecek. Burada kalsa, açlıktan ölecek. Zaten İngiliz Sömürge Hükümeti kendisine verdiği ikamet tezkeresini öğretmenlikten çıkarıldığı için iptal etmiş. Artık istese bile Kıbrıs’ta kalmasına imkânı yok. Anlayacağın, adamı öyle bir duruma soktular ki, neredeyse intihar edecekti. Bildiğin gibi insan harcama biz Kıbrıslı Türkler’in uzmanlık sahalarından biridir.”
Özker Yaşın, yazılarında komünistler için “kızıl satılmışlar” ( Halkın Sesi gazetesi, 31 Ekim 1954 ) ifadesini kullanan biri olmasına rağmen, Hasan Tanrıkut’a kurulan tuzağın ahlâksızlığını görebilecek derecede vicdan sahibi bir adamdı da.
Hasan Tanrıkut ise, 9 Ağustos 1954 günlü mektubunda, yaşadıklarını şöyle anlatacaktır:
“… Kıbrıs’a geldiğim ilk günü burdaki Türkiyeli öğretmenlerden Zeki Peser, çirkin tecavüzlerde bulundu ve tasni ettiği bir yığın yalanı etrafa yaymak suretiyle aleyhimde çalışmaya koyuldu. Bunu ertesi günü lise müdürünün mektebe vaki ilk girişimde ikram ettiği kahveye uyuşturucu mevat katması takip etti. Sonra lise müdürü o andan şu ana kadar sistemli şekilde aleyhime çalışmakta devam etti, ders programlarıyla oynadı, talebeyi aleyhime teşvik etti, mektep kitaplarıyla oynadı, vakitli vakitsiz işler uydurup beni beyhude işgal etmeye koyuldu. Bunu İngilizce öğretmeni Nidai Bey’in alay, tahrik ve tecavüzleri takip etti. Bundan başka adaya ilk geldiğim günden beri İngilizce’yi süratle ilerletebilmek maksadıyla İngilizce konuşulan bir pansiyonda kalmak istedim, imkân bulunamadı. Nidai Bey’den ve başkalarından İngilizce dersler almaya teşebbüs ettim, alayla karşılayıp kasten yanlış şeyler öğrettiler. Bunun farkına vararak dersleri kestim.
Ali Rıza’nın otelinde kaldığım müddetçe hizmetçi kadın ikinci bir anahtar kullanarak ve adı yukarda geçen Zeki Peser’le işbirliği yaparak her gün odamı karıştırıyor; şahsî mektup ve evrakımı okuyarak etrafa bir yığın dedikodu yaydı, tuvalete çıktığım zaman odayı kilitleyerek kayboldu ve bulunana kadar mektebe geç gitmeme sebep oldu, çamaşırlarımı tahrip maksadıyla birtakım eczalar kullandı, suyuma pislik kattı. Yemek yediğim Çağlayan Lokantası yemeğime sıhhata muzır eczalar ve ölüme sebep olabilecek ince ampul telleri kattı. Diğer lokantalarda da buna benzer hadiseler ilk günden son ana kadar devam etmektedir.”
Hasan Tanrıkut’un işten çıkarılması için 27 Ekim 1954 günlü Hürsöz ve 28 Ekim 1954 günlü Halkın Sesi gazeteleri 25 Ekim 1954 tarihini vermektedirler. Bu tarihten önce okul yönetimce Maarif Dairesi’nin nihaî kararına kadar bazı “muvakkat tedbirler” alınmış olabileceğinden, Özker Yaşın’in tarihlendirmesi sanırım o döneme mümas olmalıdır. Kaldı ki, 28 Ekim 1954 günlü Halkın Sesi gazetesindeki “Lefkoşa Tali Türk Okullar İdare Heyeti hemen harekete geçerek daha Dr. Küçük’ün birinci yazısı çıkmazdan evvel icab eden tedbirleri alarak, 25 Ekim Pazartesinden itibaren alakadar muallimi işten el çektirmiştir” ifadesi de, bunu teyit etmektedir. Maarif Dairesi’nin Hasan Tanrıkut’un işten çıkarılması kararından bir gün önce Dr. Fazıl Küçük’ün Halkın Sesi gazetesinde “Mekteplerde Komünist Propagandası mı?” başlıklı bir yazısı daha yayımlanır ( 24 Ekim 1954 ). Yazıda, öğretmenin ismi verilmese de, “okuldan atılması talep edilen” öğretmenin Hasan Tanrıkut olduğu herkesin malumuydu. Bu olay üzerine işsiz ve parasız kalan Hasan Tanrıkut, AKEL kısaltmasıyla bilinen Emekçi Halkın İlerici Partisi’nin bir üyesi olan komünist sendikacı Derviş Ali Kavazoğlu’nun yardımları ve desteğiyle Rum kesiminde ikamet etmeye başlar. Ancak, Dr. Fazıl Küçük ve gazetesi Halkın Sesi öylesine saldırganlaşırlar ki, sonunda Kıbrıs valisi Sir Robert Armitage, 13 Aralık 1954 günü, Hasan Tanrıkut’u 24 saat içinde adayı terk etmeye mecbur tutar. AKEL, hemen Hasan Tanrıkut’a bir uçak bileti alır ve cebine de biraz para koyarak, onu Viyana’ya gönderir. Aralık ayından Nisan ayına kadar Viyana’da “4, Wiedner Hauptstraße 7 ” adresindeki 3 katlı Hotel Goldenes Lamm’da kaldığı kesindir. Nisan ayının muhtemelen ilk günü sabah 11.00’deki trenle Avusturya’dan Macaristan’a geçmeye karar verir, ama vize sorunu nedeniyle Macar polisi onu sınırda trenden indirip, birkaç saat sonra Avusturya polisine teslim eder. 6 Nisan’da da Viyana’da olduğu kesindir. Macar Konsolosluğu’na vize için müracaat eder. Yetkililer ona vize için 8 hafta beklemesi gerektiğini söyler. Ancak, 8 hafta daha Viyana’da kalabilmesi için parası yoktur. Bir rivâyete göre, yetkililere İtalya’da hiç görmediği bir “kardinal” dayısı olduğunu söyleyince, onun İtalya’ya gidebilmesi için cebine 2.200 Avusturya Şilini koyup trene bindirirler. Hasan Tanrıkut, eğer yetkililere bir “kardinal” dayısının olduğunu söylemişse, uydurmamıştır. Dayı dediği, Mollazâde Mehmet Ali’dir. Giritli Müslüman bir aileye mensup olan 1881 doğumlu Mollazâde Mehmet Ali’nin baba tarafı 17’nci yüzyılda Konya’dan Girit’e gelip yerleşmiş; anne tarafıysa Arnavut asıllı ve Mısır’dan Girit’e gelmiştir. Mehmet Ali ismi modern Mısır’ın kurucusu olan Arnavut asıllı Mehmet Ali Paşa’dan geliyor. Mehmet Ali’yi babası 1895 yılında tahsil için Fransa’ya gönderir. Adada durum hayli karışık olduğundan, oğlunun daha iyi şartlarda ve iyi bir eğitim almasını istemiştir. Mehmet Ali, Fransa’da liseden sonra hukuk tahsil eder, felsefe ile ilgilenir, aksiyon felsefesinin kurucusu Maurice Blondel’le tanışır. Kendisinden beklenen, iyi yetişmiş, Batı kültürü almış bir Müslüman olarak adaya dönmesi ve memleketini kendi mesleğinde savunması, dindaşlarına arka çıkması iken, o Hıristiyan olmayı tercih eder ve 1905 yılında vaftiz olur. Bundan sonra onu papaz, kilisede seminer hocası, nihayetinde de Vatikan’da üst derecede bir ruhani olarak görürüz. Hıristiyan olduktan sonra Paul Mulla ismini almıştır. Paul Mulla 3 Mart 1959 günü vefat edecektir. Hasan Tanrıkut’un Macar Konsolosluğu’na vize için müracaatından sonraki günlerine ilişkin sıhhatli bilgiler bulunmuyor. Ama, 1955 yılının Haziran ayında bir şekilde İstanbul’a döndüğü kesindir.
Hasan Tanrıkut’un Kıbrıs dönemindeki en yakın arkadaşı 1924 doğumlu Derviş Ali Kavazoğlu’dur. Hasan Tanrıkut’a şâir Nâzım Hikmet’in Bulgaristan’da Türkçe olarak basılan eserlerini veren Derviş Ali Kavazoğlu, 11 Nisan 1965 sabahı saat 10.30 sularında, kendisi gibi AKEL üyesi olan komünist arkadaşı Kostas Mişaulis ile Lefkoşa’dan Larnaka’ya dönerlerken, Luricina köyü yakınlarında pusuya düşürülerek öldürülecektir. Cinayeti Türk Mukavemet Teşkilatı içindeki faşistlerin işlediği anlaşılmıştır.
Hasan Tanrıkut, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne ve Edebiyat Fakültesi Dekanlığı’na 2 ayrı dilekçe vererek, sosyoloji kürsüsü için açılan asistanlık kadrosuna “tercihen tayin edilerek” mağduriyetinin giderilmesini yeniden talep eder. Edebiyat Fakültesi’nin dekanı Prof. Dr. Takiyettin Mengüşoğlu 20 Temmuz 1959 günlü yazısıyla İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden ve 22 Temmuz 1959 günlü yazısıyla da Bakırköy Akıl Hastahânesi’nden Hasan Tanrıkut hakkında bilgi ister. Bakırköy Akıl Hastahânesi 25 Temmuz 1959 günlü ve Dr. Fahri Celal Özdalga imzalı cevabî yazısına, 24 Temmuz 1959 günlü ve 12706/1067 sayılı Sıhhî Heyet Raporu’nu ilişik tutar. Bu rapor şöyledir:
” … Hasan Tanrıkut, Türklüğü ve hükümetin manevî şahsiyetini tahkirden maznun olarak, Adlî Tabip Müşahadethâne Müdürlüğü’nün raporuna istinaden paranoid hezeyanlar teşhisiyle Türk Ceza Kanunu’nun 46’ncı maddesine tabi tutularak tedavi altına alınmış, 17 Temmuz 1956 tarihinde tedavisine başlanan hasta 12 Ekim 1957 tarihinde şifa kaydı ve mahkeme kararıyla taburcu edilmiştir.
Son olarak 8 Kasım 1958 tarihinde Şişli Emniyet Âmirliği’nin yazısıyla adlî makamları işgalden hastahanemize gönderilen hasta tefsiri itisafi şekilde paranoid hezeyanlar teşhisi ile yatırılıp, salah kaydı ve kefaletle 6 Nisan 1959 tarihinde taburcu edilmiştir.
İşbu rapor, şahsın hastalığının devamı ve memuriyet yapmasına mâni teşkil edeceği muhakkak ise de, kanaatin red veya teyidi mumaileyhin tekrar muayene edilmesine mütevakkıftır.”
İstanbul Emniyet Müdürlüğü ise 6 Ekim 1959 günlü cevabî yazısında “Hasan Tanrıkut’un bu görevde istihdamı uygun görülmemiştir” şeklindeki kanaatini bildirecektir.
Bu belgelere nazaran, Hasan Tanrıkut’un 17 Temmuz 1956 ile 12 Ekim 1957 arasında ve 8 Kasım 1958 ile 6 Nisan 1959 tarihleri arasında Bakırköy Akıl Hastahânesi’nde yattığı anlaşılıyor. Yani, İstanbul’a dönüşünden çok kısa bir süre sonra, Türklüğü ve hükümetin manevî şahsiyetini tahkirden maznun olarak, Adlî Tabip Müşahadethane Müdürlüğü’nün raporuna istinaden paranoid hezeyanlar teşhisiyle Türk Ceza Kanunu’nun 46’ncı maddesine tabi tutularak hastahaneye yatırılmıştır. Bakırköy Akıl Hastahânesi’nden 6 Nisan 1959 günü taburcu olduktan hemen sonra, Edebiyat Fakültesi’ne yeniden müracaatta bulunur. Ancak, 23 Temmuz 1959 günü girdiği yabancı dil sınavından yetersiz not alır. Cafer Vayni’nin 1997 yılındaki Türk Düşünce Tarihinde Gerçek Gazetesi konulu yüksek lisans tezine nazaran, Fransızca sınavından yazılıdan 3, sözlüdense 5 almıştır. Onunla birlikte sınava giren Ayda Yörükân ise yazılıdan 9, sözlüdense 7 alarak sınavı kazanır ( s. 48 ). Attilâ İlhan’a göre “İngilizce’den anlayan, Rumca’yı ise su gibi konuşan” Hasan Tanrıkut’un niçin Fransızca’dan sınava girmeyi tercih ettiği benim için hâlâ bir muammadır.
Türkiye Sosyalist Partisi üyelerinin yargılandığı davada Hasan Tanrıkut ile Attilâ İlhan’ın tanıklıkları üzerine mesnedsiz ithamlarda bulunulacaktır. Bilindiği gibi, yargılamanın 10 Nisan 1953 günlü celsesinde, tanıklardan Attilâ İlhan’a Hasan Tanrıkut’un beyanı sorulur. Buna neden olan husus, genellikle maznunlar lehine şahitlik yapan Hasan Tanrıkut’un, zabıtnamenin 60’ncı sayfasına nazaran, Attilâ İlhan’ın bir gün kendisine, Mustafa Börklüce’nin TASS muhabirine “sosyalist gibi göründüklerini” ama “aslında Komünist Partisi’nin bir parçası olduklarını” şeklinde bir açıklama yaptığını söylediğini ifade etmesidir. Hasan Tanrıkut’un artık paranoid hezeyanlar yaşamaya başladığı muhakkaktır. Attilâ İlhan’ın anlattığına göre, olayın aslı, Mustafa Börklüce’nin TASS muhabirini Rusça yanıtlayarak azarlamasıdır. Mahkeme, 3 Aralık 1955 günü, Türkiye Sosyalist Partisi hakkında daha önce İstanbul 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nin 14 Temmuz 1948 günü bir karar verdiğini, bu kararın kesinleştiğini, kesinleşen mahkeme kararıyla da Türkiye Sosyalist Partisi’nin usulüne uygun kurulmuş bir parti olduğunun anlaşıldığını ve bu yüzden sözkonusu partinin “maskeli cemiyet olarak kabul ve telâkkisine imkân bulunmadığı” açıklamasını yapmasının ardından sanıklar hakkındaki kararını verir. Ancak, bu karar Yargıtay’da bozulur. Attilâ İlhan ile Hasan Tanrıkut dinlenip yüzleştirileceklerdir. Esat Âdil Bey tanık Attilâ İlhan’a, “Sen gerçeği söyle. Çünkü çekinecek bir husus yok. Hasan biraz korkmuş ve yalan yanlış şeyler söylemiş. Artık Hasan’ın ifadesi de geçerli olmaz. Çünkü akıl sağlığı yerinde değil,” der. Esat Âdil ve Attilâ İlhan duruşmayı beklerlerken Hasan Tanrıkut de gelir.
” … oturduk konuşuyoruz ama Hasan’da hiç delilik emaresi görmüyorum. Ne var ki, bir müddet sonra Hasan beni endişelendiren şeyler söylemeye başladı. Meselâ, geçen zaman zarfında, ahval-i şahsiyesinin tespit edildiğini, Giritli olan paşa dedesinin Girit’e Rusya’dan gelip sonradan Türk tebasına geçtiğini, dolayısıyla kendisinin de Rus olduğunu söylüyordu. Rus olduğuna göre düşünüp taşınmış ve Sovyet Konsolosluğu’na müracaat edip, Sovyet pasaportu istemiş. Hasan’da bir şahsiyet çatlaması başlamıştı. Bunların hiçbiri doğru değildi. Hepsini uyduruyordu. Hemen ardından, doktora tezinin Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu tarafından komünist mahiyette olduğu gerekçesiyle reddedildiğini, lâkin yakında Sovyetler Birliği’nde bu tezin yayımlanacağını belirtti. Anladım ki, Hasan kaymış. ”
Duruşmada tanık olarak önce Attilâ İlhan dinlenir. Hâkim ona Hasan Tanrıkut’un olayı farklı şekilde anlattığını söyler. Attilâ İlhan’sa, “Hasan Tanrıkut farklı şeyler söylüyorsa uyduruyordur, çünkü olayı benden duydu, ben de ona size anlattığım gibi anlattım; belki de emniyette ona baskı yapmışlardır,” yanıtını verir. Bunun üzerine Mahkeme Başkanı dinlemek için Hasan Tanrıkut’u çağırtır. Mübaşir iki defa seslenir. Gelmez. Esat Âdil Bey ayağa kalkıp, Hasan Tanrıkut’un dışarıda olduğundan tutup getirmelerini talep eder. Hasan Tanrıkut salona getirilir. Hasan Tanrıkut ismiyle salona sokulmasına, “Bana Hasan Tanrıkut diyorsunuz. Ben Hasan Tanrıkut değilim, İvan İvanoviç’im!” diye itiraz etmektedir. Ancak 8 yıl sonra, 29 Haziran 1960 günü sonuçlanacak olan davanın kararında Hasan Tanrıkut hakkında şöyle denmektir:
” … Hasan Tanrıkut’un şahit Attilâ İlhan’a matuf sözleri, bu şahit tarafından evvel ve ahır katiyetle reddedilmiş olmasına göre, hiçbir esasa istinat etmediği de böylece tahakkuk ve tebellür etmiş bulunmaktadır. Kaldı ki, bir suçtan dolayı hakkında yapılan tahkikat sırasında müşahede altına alınarak müptela bulunduğu akıl hastalığı ve paranoid hezeyanları sebebiyle Türk Ceza Kanunu’nun 46’ncı maddesine uygun olarak ceza ehliyetine haiz olmadığı ve akıl hastahânesinde muhafaza ve tedavisi icap edeceği şeklindeki bir sureti dosyada mevcut 17 Temmuz 1956 tarihli Adlî Tıp Müşahade Müdürlüğü raporuyla tesbit edilen şahit Hasan Tanrıkut’un, normal bir ruh haleti içinde bulunmadığı ve binnetice sözlerinin kaydı ihtiyat ile telakki edilmesi icap edeceği de ilmî bir hakikat olarak tezahür eylemiş bulunmaktadır. Binnetice, bu şahidin ilmî bir şuura ve serbest iradeye malik bulunmadığı ve aklî melekelerinin karışık bulunduğu fennen tahakkuk ettiğine ve naklettiği sözlerin dahi sahibi olduğu iddia olunan şahit Attilâ İlhan tarafından kesin bir beyanla reddedilmiş olmasına göre, hikâye eylediği hadisenin sıhhat ve samimiyetten uzak bulunduğu ve bu mevzuda istinat edilecek kanunî hiçbir kıymet taşımadığı böylece tesbit edilmiş bulunmaktadır.”
Attilâ İlhan, kendisiyle yapılan bir söyleşide, şunu belirtiyor:
“Hasan’ı ondan sonra bir daha doğru dürüst görmedim. Çünkü ben İzmir’e yerleşip 10 yıl boyunca orada yaşadım. Ardından Ankara’ya taşındım ve orada da 7 veya 8 yıl kaldım. Hasan ise İstanbul’daydı. Sokaklarda dolaşan yarı meczup bir insan olmuştu. Bana Ankara’ya 2 mektup yazdı; Hangi Batı isimli kitabımı okumuş. Biri onunla ilgili. Diğerindeyse eski günlerden bahsediyor. Bu mektuplarında Hasan Tanrıkut imzasını kullanmaması dikkatimi çekti. Artık Hasan Ruşen diye imza atıyordu.”
Hasan Tanrıkut’un “salah kaydı ve kefaletle” 6 Nisan 1959 tarihinde taburcu edildikten sonra Bakırköy Akıl Hastahânesi’nde yeniden yatıp yatmadığına ilişkin sıhhatli bilgimiz bulunmuyor. Ancak, “sokaklarda yarı meczup dolaştığı” hususu doğru olmalıdır. Çünkü, 1978 veya 1979 yılında, onu iki defa “yarı meczup halde” gördüğümü anımsıyorum. Önce Kadıköy’deki Beyaz Fırın’ın karşısındaki kilisenin kapısında, sonra da Osmanbey’deki Sander Kitabevi’nin önünde. Kendisine İstanbul Postası gazetesinin yazı işleri müdürlüğünden emekli olan kardeşi Mehmet Tanrıkut’un baktığı söylenirdi ama, Mehmet Tanrıkut 28 Temmuz 1975 akşamında vefât etmişti ( Milliyet gazetesi, 29 Temmuz 1975 ). Aziz Nesin ise Benim Delilerim’de Hasan Tanrıkut ile İstiklâl Caddesi’nde karşılaşmasını şöyle anlatır:
” … İstiklâl Caddesi’nde gördüm onu. Karşılaştığımızda beni tanıyıp tanımadığını anlamadım. Hep karısından bahsediyordu, yani Stalin’in kızından. Karısının yanına gideceğini söyledi. Konuşurken gözleri hedefsiz bakıyordu, beni gördüğünü bile sanmıyorum,” ( s. 69, 1984 ).
Hasan Tanrıkut’un “Stalin’in Damadı” olmadan önce de, 9 Ağustos 1954 günlü mektubundan, Kıbrıs’tayken Conshita isminde hayalî bir sevgili yarattığını anlıyoruz:
” Gıyabî bir alâka duyduğum çok temiz ve sanatkâr bir kız özel bir kasıtla Nicosia’dan uzaklaştırıldı. Bugüne kadar da kendisini bulmak mümkün olmuyor.”
Mektubuna şöyle devam eder:
” Şu uzun ve ıstıraplı yalnızlık ve işkenceyi bitirmek veya hafifletmek maksadıyla, ismi yukarıda geçen kızla birleşmek istedim. Israrla mâni olundu, elan da mâni olunmakta, bana her bakımdan, bilhassa ilim meseleleri dışında, yardımcı olabilecek bir hayat arkadaşından mahrûm bırakılmaktayım.”
Hasan Tanrıkut’un vefât ilânı 18 Ocak 1981 günlü Cumhuriyet gazetesinde yayımlanır. Uzun ve ıstıraplı yalnızlığı bitmiştir. Cenâzesi o gün Şişli Camii’nden öğle namazını müteakiben kaldırılacaktır. Attilâ İlhan da, Hasan’la Bir Zamanlar’ı ( Sanat Olayı, Mart 1981 ), bir soruyla bitirecektir:
” Hasan şimdi mi öldü? O büyük çatlağın kıyıcı boşluklarına, yıllar önce düşmemiş miydi?”

Hasan Tanrıkut’un Hamle Yazıları

Aylık olarak yayımlanan ve sadece 5 sayı çıkabilmiş olan Hamle dergisinin künyesinde “müessisi” Celâleddin Ezine, “sahibi ve neşriyat müdürü” Hasan Tanrıkut ve “mesul müdürü” ise Şahabettin Suntekin’dir. 15 kuruştan satılan derginin yönetim adresi “Ebussut Caddesi, No.88, Cağaloğlu” olarak görünür.
Celâleddin Ezine, ilerici ve toplumcu bir gençlik potansiyeli olduğunu bildiğinden, onları bir dergi çevresinde toparlamayı düşünüyordu. Bunun için gençleri örgütlemede Hasan Tanrıkut’tan, derginin parasal kaynağında da İlhan Bayramoğlu’ndan yararlandı ( Abidin Nesimi, Yılların İçinden, s. 184 – 185, 1977 ). Dönemin bütün tanıkları Hasan Tanrıkut’un bir “gençlik lideri” olduğu hususunda mutabıktırlar.
Derginin Ağustos 1940 tarihli 1’inci sayısında Hasan Tanrıkut’un “Estetik, Ahlâk, Tabiat Prensiplerine Giriş – V” üst başlığı altında Bediî Ahlâk Nazariyesinin Ameli Değeri ( s. 4, 5, 31 ) ve Durumlar: Heves, İstidât, Şahsiyet ( s. 29 ) başlıklı 2 denemesi, dikkat çekicidir. Bediî Ahlâk Nazariyesinin Ameli Değeri’nin üst başlığının “V” şeklinde numaralandırılmasının nedeniyse, bu yazı dizinin ilk 4 bölümünün Yeni İnsanlık dergisinde yayımlanmış olmasıdır. Hamle’nin bu sayısındaki Doğan Ruşenay imzası da Hasan Tanrıkut’un müstear ismidir. Doğan Ruşenay imzasıyla kaleme aldığı Mehmed Âkif ( s. 30, 31 ) yazısı Midhad Cemal’in aynı isimli kitabının eleştirisidir. “Aktüalite” başlığı altındaki haberlere ( s. 32 ) atılan H. T. imzası da muhtemelen Hasan Tanrıkut’a aittir.
Derginin Eylül 1940 tarihinde yayımlanan 2’nci sayısında Hasan Tanrıkut’un Determinist Felsefe ( s. 14 – 16, 31 ) ve Doğan Ruşenay imzasıyla Yahya Kemal Hakkında Notlar – I ( s. 26, 27, 33 ) başlıklı yazıları bulunur. “Aktüalite” başlığı altındaki haberlerde ( s. 32, 33 ) yine H. T. imzası mevcuttur.
Hamle’nin Birinciteşrin 1940 tarihli 3’üncü sayısında, Hasan Tanrıkut’un “Estetik, Ahlâk, Tabiat Prensiplerine Giriş – VI” üst başlığı altında yayımlanan Bediî Ahlâk Üzerine Mütemmim Notlar ( s. 7 – 10 ) isimli denemesiyle Ferhan isimli öyküsü ( s. 14 ) bulunuyor. Aşkta Realizm ve İdealizm başlıklı denemesinde ( s. 28 – 30 ) ise Doğan Ruşenay imzasını kullanmıştır. “Aktüalite” başlığı altındaki haberlerde ( s. 32 ) yine H. T. imzası mevcuttur.
İkinciteşrin 1940 tarihli 4’üncü sayıda, Hasan Tanrıkut’un, “Estetik, Ahlâk, Tabiat Prensiplerine Giriş – VII” üst başlığı altında Bediî Ahlâk Nazariyesine İlâveler ( s. 4 – 7, 34 ) ve Doğan Ruşenay imzasıyla kaleme aldığı Yeni Neslin Tenkidi ( s. 35 ) yazıları bulunuyor.
Derginin Birincikanun 1940 tarihli 5’inci ve son sayısındaysa, H. T. imzasıyla Samimiyetsizlik başlıklı deneme ( s. 14 ), Hasan Tanrıkut imzalı Umman şiiri ( s. 14 ), Hasan Tanrıkut imzasıyla Durumlar ( s. 29 – 30, 32 ) başlıklı deneme ve Doğan Ruşenay imzasıyla Celâleddin Ezine’nin gezi kitabının bir değerlendirmesi olan Amerika Mektupları ( s. 31 ) bulunuyor.

Hasan Tanrıkut’un Gün Yazıları
Rıfat Ilgaz anlatır:
” O sıralarda Esat Âdil müfettişlikten ayrılmış, dergi çıkarmak istiyor, biliyorum. Ama, imtiyâz yok elinde. Hasan’daysa imtiyâz var, lâkin dergi çıkaramıyor. Ben ikisini tanıştırdım, böylece Gün çıktı,” ( Asım Bezirci, Rıfat Ilgaz, s. 42, 1992 ).
Bir “haftalık kültür ve aktüalite gazetesi” olan Gün’ün ilk sayısı 3 Kasım 1945 tarihlidir. Gazetenin künyesinde Esat Âdil “başmuharrir”, Hasan Tanrıkut ise “imtiyaz sahibi ve neşriyat müdürü” olarak görünür. Gün’ün yönetim yeri “Cağaloğlu Yokuşu, Narlı Bahçe Sokağı, No. 9, K. 3” adresindedir. Beheri 10 kuruştan satılan gazetenin ilk sayısının 1’inci sayfasında Hasan Tanrıkut’un Cumhuriyetimizin XXII’nci Yıldönümü: Gelecek yılların İçtimaî ve Kültürel Bünyemizde Daha Büyük Gelişmelere Yol Açacağını Ummaktayız ( devamı 3’üncü sayfada ) ve 2’nci sayfasındaysa Doğan Ruşenay imzasıyla Narıbeyza Halindeki Ruh başlıklı yazıları vardır.
Gazetenin 10 Kasım 1945 tarihli 2’nci sayısının 1’inci sayfasında Hasan Tanrıkut’un Eskiyen Yeniler: Vaktiyle Dünya Görüş Farklarını Bir Tarafa Atarak Eskilere Karşı Birleşmiş Olanlarda Bugün Artık Aynı Birliği Görememekteyiz, 2’nci sayfasındaysa Doğan Ruşenay imzasıyla Haftanın Hicvi: İlmî Araştırmalar yazıları bulunuyor.
Gazetenin 17 Kasım 1945 tarihli 3’üncü sayısında Hasan Tanrıkut ve Doğan Ruşenay imzalı yazı bulunmuyor. 29 Kasım 1945 tarihli Gün’ün 4’üncü sayısının 2’nci sayfasında Doğan Ruşenay imzalı Haftanın Hicvi: Lâzım ki… yazısı vardır.
Kısa bir aradan sonra Gün’ün 5’inci sayısı 16 Şubat 1946 tarihinde çıkar. “Haftalık Kültür ve Aktüalite Gazetesi” artık “Haftalık Kültür ve Aktüalite Dergisi” olmuştur ve fiyatı da 15 kuruş yapılmıştır. Derginin bu sayısının 7’nci sayfasında Hasan Tanrıkut’un Sosyal Bünyemiz Üzerine Gayrî Siyasî Düşünceler başlıklı yazısı bulunuyor.
Gün’ün 23 Şubat 1946 tarihli 6’ncı sayısının 6’ncı sayfasında Hasan Tanrıkut’un Sosyal Bünyemiz Üzerine Gayrî Siyasî Düşünceler- II yazısı vardır. Derginin 2 Mart 1946 tarihli 7’nci sayısının 3’üncü sayfasında Hasan Tanrıkut’un Herbert Harris ile Victor Riesel’in müştereken kaleme aldıkları Amerikan Sendikalizmi yazısının çevirisi ( devamı 7’nci sayfada ) ve 6’ncı sayfasındaysa Sosyal Bünyemiz Üzerine Gayrî Siyasî Düşünceler- III yazısı bulunuyor. Ayrıca derginin 7’nci sayfasında “Türk Hicvi Tarihi’nden Örnekler” başlığı altında 18’inci yüzyıl şairlerinden Kürt Ali’nin Tekerlemesi’nin altına Hasan Tanrıkut’un bir dipnot düştüğünü görürüz. Hasan Tanrıkut bu dipnotta, “Tenkitli bir Türk Hicvi Tarihi üzerine çalışıyorum. 13’üncü ile 20’nci asırlar arasındaki manzum ve mensur bütün hicivlerini toplamaya çalıştım. Bunları sosyal ve sosyolojik bir tahlile tabi tutarak devirleriyle münasebetlerini belirtmek istedim. Mümkün olduğu zaman da batı hicivleriyle mukayese ettim. Halkımızın demokratik temayüllerini belirten bu hicivlerin bugünü yakından ilgilendirdiği tabîidir,” der.
Derginin 9 Mart 1946 tarihli 8’inci sayısının fiyatı 20 kuruş olmuştur. Gün’ün 4’üncü sayfasında Hasan Tanrıkut imzalı Müsavatçı Demokrasi ve 7’nci sayfasında Doğan Ruşenay imzalı Haftanın Hicvi: Denge-i Mühlik yazıları bulunuyor.
Hasan Tanrıkut, Gün’ün 20 Mart 1946 tarihli 9’uncu sayısı için, Hürriyet ve Müsavat Üzerine Kısa Paragraflar ( s. 5 ) ve Vatan Sevgisi ( s. 7 ) başlıklı makalelerini kaleme almıştır. Derginin 27 Mart 1946 tarihli 10’uncu sayısının 12’nci sayfasında Hasan Tanrıkut imzalı Bedreddin Böyle Söylüyor ve 7’nci sayfasındaysa Doğan Ruşenay imzalı Haftanın Hicvi: Elden Gidiyor makaleleri bulunuyor. Gün’ün 3 Nisan 1946 tarihli 11’inci sayısında Hasan Tanrıkut’un Doğan Ruşenay imzasıyla yazdığı Haftanın Hicvi: Bukalemun yazısı okunur. Gün’ün 10 Nisan 1946 tarihli 12’nci sayısının 5’inci sayfasında Hasan Tanrıkut’un Dr. Recai Galip Okandan’ın kitabı üzerine yazdığı Devletin Menşeî isimli eleştiri yazısıyla 7’nci sayfada Doğan Ruşenay imzalı Yine Bukalemun isimli hiciv yazısı bulunuyor. Hasan Tanrıkut’un derginin 17 Nisan 1946 tarihli 13’üncü sayısındaysa sadece Doğan Ruşenay imzalı Haftanın Hicvi: Softalık Diriliyor ( s. 7 ) yazısı vardır.
Gün’ün 24 Nisan 1946 tarihli 14’üncü sayısında Hasan Tanrıkut’un Telif – Sentez ( s. 10 ) isimli makalesiyle, Doğan Ruşenay imzasıyla kaleme aldığı Haftanın Hicvi: Ağır ( s. 7 ) isimli yazısı vardır. Derginin 15’inci ve 16’ncı sayıları 8 Mayıs 1946 günü birlikte yayımlanırlar. Bu sayının 3’üncü sayfasında Hasan Tanrıkut imzasıyla Aforizmalar ve 9’uncu sayfasında Doğan Ruşenay imzasıyla Şövalye-i Cihan yazıları bulunuyor. Gün’ün 15 Mayıs 1946 tarihli 17’nci sayısının 3’üncü sayfasında Hasan Tanrıkut’un Aforizmalar ve 9’uncu sayfasında Doğan Ruşenay imzasıyla Haftanın Hicvi: Bukalemun – III yazıları vardır. Derginin 22 Mayıs 1946 tarihli 18’inci sayısının 3’üncü sayfasında Hasan Tanrıkut’un Tekâmül ve Müsavat ( devamı 11’inci sayfada ) isimli yazısı bulunuyor. Derginin 19’uncu sayısı 15 Haziran 1946 tarihlidir. Hasan Tanrıkut’un Şiirde Sağ ve Sol ( s. 2 ) ve Doğan Ruşenay imzasıyla Haftanın Hicvi: Ve Millî Olmayan ( s. 5 ) yazıları vardır. 1 Temmuz 1946 günü çıkan 20’nci sayının 6’ncı sayfasındaysa Doğan Ruşenay imzasıyla Haftanın Hicvi: Bukalemun – IV yazısı okunur.
Gün’ün 15 Temmuz 1946 tarihli 21’inci sayısı olay yaratr. Derginin başyazısını bu defa Hasan Tanrıkut kaleme almıştır. Hasan Tanrıkut Bizi Kirletemezsiniz başlıklı bu yazısında Recep Peker’e hayli sert bir üslûpla seslenir. 21’inci sayıda ayrıca Hasan Tanrıkut’un Ahlâk Tarihi – I ( s. 8 ve s. 9 ) ve Doğan Ruşenay imzasıyla 6’ncı sayfada Haftanın Hicvi: Babasının Çiftliği ( devamı 12’nci sayfada ) yazıları bulunuyor. Gün’ün 15 Ağustos 1946 tarihli 22’nci sayısının 9’uncu sayfasında Hasan Tanrıkut’un Dr. Behice Sadık Boran’ın kitabı üzerine yazdığı Toplumsal Yapı Araştırmaları ( devamı 11’inci sayfada ) ve 6’ncı sayfasında Doğan Ruşenay imzasıyla Haftanın Hicvi: Ağır – II yazıları bulunuyor. Derginin 23’üncü sayısı tasarım ve fiyat değişikliğiyle ( 25 kuruş ) 21 Eylül 1946 günü çıkar. 8’inci sayfada Hasan Tanrıkut’un Eğitim Alanında Rivayet Edilen Değişiklik Münasebetile Eğitimde En Büyük Hata ( devamı 16’ncı sayfada ) yazısı vardır. Gün’ün 28 Eylül 1946 tarihli 24’üncü sayısının 14’üncü sayfasında Hasan Tanrıkut’un Aforizmalar’ı ile 15’inci sayfasında Doğan Ruşenay imzasıyla kaleme aldığı Koca Şevket Usta başlıklı yazıları yer alır. Koca Şevket Usta bir işçi portresi olup, dipnotta “bu sütunda zaman zaman işçi portreleri okuyacaksınız” açıklaması bulunmaktadır. Gün’ün 6 Ekim 1946 tarihli 25’inci sayısında Hasan Tanrıkut’un yazısı bulunmazken, 13 Ekim 1946 tarihli 26’ncı sayının 4’üncü sayfasında Son Ekonomik Tedbirlerin Gayr-î İlmî Oluşuna Bir Misal başlıklı yazısı vardır. Gün’ün 20 Ekim 1946 tarihli 27’nci sayısınının 15’inci sayfasında Doğan Ruşenay imzasıyla Haftanın Hicvi: Karaborsacılar yazısı yer almaktadır. Derginin 23 Kasım 1946 tarihli 28’inci sayısında Hasan Tanrıkut’un Demokrasiden Demogojiye başlıklı yazısı bulunur. Gün’ün 30 Kasım 1946 tarihli 29’uncu sayısındaysa, Hasan Tanrıkut’un askere çağrılması nedeniyle neşriyatı fiilen Esat Âdil Müstecâbi’nin yapacağı duyurulur.

Hasan Tanrıkut’un Gerçek Yazıları
ve Türkiye Sosyalist Partisi

Attilâ İlhan anlatıyor:
” … bir gün Pangaltı’daki Suna Pastanesi’nde oturuyordum, Hasan Tanrıkut geldi. Bana Gerçek’i günlük çıkaracaklarını ve adama ihtiyaçları olduğunu söyledi. Ben de kalktım, Hasan’la beraber gazeteye gittim. Gazetenin idarehanesi Vakit Yurdu’ndaydı. Çok harap bir binaydı. Hasan Tanrıkut beni orada gazeteye çalışmak için gelen Asım Bezirci ile tanıştırdı.”
Asım Bezirci anlatıyor:
” Beni Esat Âdil ile yeğeni ressam Orhan Müstecabi tanıştırdı. Birlikte onun Cihangir’de kirada oturduğu evine gittik. Konuşmamız bende iyi izlenimler bıraktı. Birkaç kez daha görüştük. O da benden iyi izlenimler edinmiş olmalı ki, Türkiye Sosyalist Partisi’ne üye olmamı önerdi. Görünürde başka bir sol parti yoktu. Kabul ettim. Partinin yayın organı günlük Gerçek gazetesinde yazarlığa başladım,” ( Emin Karaca, Unutulmuş Sosyalist: Esat Adil, s. 346 – 347, 2008 ).
Orhan Müstecaplıoğlu anlatıyor:
” O sıralarda Attilâ İlhan isminde bir kişi daha peyda oldu. Tanımadığımız, kimin nesi olduğunu bilmediğimiz, hatta diyebilirim ki başlangıçta bildiğimiz ve hatta benim bizzat bir olayına tanık olarak hakkında bilgi edindiğim bir kişiydi.
Bu adam karışıktı, nitekim sonradan da kesinlikle Millî Emniyet’e hizmet veren bir ajan olduğu mahkeme zabıtlarına göre doğrulandı.
Bu adam Gerçek gazetesine Hasan Tanrıkut tarafından getirildi. Geldiği gün benim aleyhimde faaliyete geçti. Esat Âdil ile benim hakkımda dedikodular yapmaya başladı. Esat Âdil buna yazma imkânları tanıdı, bazı şeylerine göz yumdu, müsamaha gösterdi,” ( Emin Karaca, Unutulmuş Sosyalist: Esat Adil, s. 303, 2008 ).
Bu anlatılanlar 27 Eylül 1950 ile 18 Aralık 1950 arasında yayımlanan günlük Gerçek gazetesi dönemine ilişkindir. Günlük Gerçek gazetesi 28 Ağustos 1950 günü yeniden kurulan Türkiye Sosyalist Partisi’nin yayın organıydı. Ancak, Hasan Tanrıkut’un günlük Gerçek gazetesi yazılarına ve Türkiye Sosyalist Partisi içindeki faaliyetlerine geçmeden önce, Orhan Müstecaplıoğlu’nun Attilâ İlhan hakkındaki haksız ve mesnedsiz ithamlarına değinmek gerekiyor. Orhan Müstecaplıoğlu partiden arkadaşı Attilâ İlhan’ı İstanbul 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen dava dosyasındaki belgelerden bahsederek Millî Emniyet’e çalışan bir “ajan” olmakla suçlamaktadır. Dava dosyasının tamamı bulunmadığından kesin bir yorum yapmak mümkün olmamakla birlikte, mahkemenin gerekçeli kararı ile Yargıtay Ceza Dairesi’nin ve Ceza Genel Kurulu’nun kararları mevcuttur. Bu kararlardan bir “ajan” çıkartmak bence akla ziyan bir muhakeme mahsulüdür. Ayrıca, Orhan Müstecaplıoğlu’nun Attilâ İlhan hakkında, “tanımadığımız ve kimin nesi olduğunu bilmediğimiz bir kişi” şeklindeki ifadesi de pek doğru değildir. Attilâ İlhan Gün’den beri Esat Âdil’in çevresindedir. Derginin 2’nci sayısında Ağıt ( 10 Kasım 1945 ), 8’inci sayısında A. İ. Beteroğlu imzasıyla Mümkün mü? ( 9 Mart 1946 ), 27’nci sayısında Giriş ( 20 Ekim 1946 ) ve 29’uncu sayısında Yollarda Karanlık, Karanlıkta İnsanlar ( 30 Kasım 1946 ) isimli şiirleri yayımlanmıştır. Orhan Müstecaplıoğlu’nun “tanık olduğu” olayı açıklamadan Attilâ İlhan hakkında “benim bizzat bir olayına tanık olarak hakkında bilgi edindiğim bir kişi” şeklinde bir ifade sarf etmesiyse hiç etik değildir. Ancak Orhan Müstecaplıoğlu’nun ve Attilâ İlhan’ın anlattıklarını karşılaştırdığımızda, Orhan Müstecaplıoğlu’nun Attilâ İlhan’a husumetinin nedeni anlaşılabilmektedir.
Orhan Müstecaplıoğlu anlatıyor:
” Attilâ İlhan’ın bir gün partide bir konuşması oldu. Abuk sabuk bir konuşmaydı bu. Hasan Tanrıkut’un sosyolojik konulu bir tezi vardı. Seminer şeklinde işçilerle yapılan bir toplantıda Tanrıkut bu tezini okumaya kalkışınca ben eleştirdim. İşçilerin bu tezi anlama imkânlarının olmadığını, bilimsel bir kariyer çalışması olduğunu, üniversitede okunacak bir tezin burada sosyalist bir partinin seminerinde işçilere okunmasıyla zaman kaybedildiğini, bunun yerine daha faydalı, anlaşılabilir konulara değinilmesi gerektiğini söyledim. Bunun üzerine Attilâ İlhan, Esat Âdil’le sürtüşme halinde olduğumu da bildiğinden, benim hep böyle sert ve kırıcı eleştiriler yaptığımı anlatmaya başladı. Onun konuşma merakı ve bilinen dengesizliği, karışık kafa yapısı da, doğal olarak yaptığı konuşmanın seyrini değiştirdi,” ( Emin Karaca, Unutulmuş Sosyalist: Esat Adil, s. 304, 2008 ).
Orhan Müstecaplıoğlu, aralarındaki tartışmanın, kendisinin Attilâ İlhan’a “palyaço”, “kantocu hanımlar gibi bir o yana bir bu yana kıvıran soytarı” ve “maksatlı adam” şeklindeki hakaretleriyle devam ettiğini ikrar etmektedir.
Attilâ İlhan ise Hasan’la Bir Zamanlar’da şöyle anlatıyor:
” … Hasan Tanrıkut, Hanya eşrafından Rûşenizâde Ali Bey’in oğludur, yanılmıyorsam dedesi paşa, epeyce önce Dersaadet’e göçüp, şehrin gözde kesimine yerleşmişler. Hasan, Beyoğlu, Şişli, Maçka üçgeni içinde büyümüş, o bölgeye egemen komprodor ve levanten kültürün özelliklerini taşıyor, eğilimleri, beğenileri, yaşama biçimi buna göre; diyalektik yöntemi ne kadar iyi bilirse bilsin, bu özelliği nedeniyle kırsal kafalılar tarafından dışlanacaktır. Dışlanmıştır da. Çokluk kusuru kendinde bulur, işçi kesimiyle arasını düzeltmek için partili işçilerin evlerine taşınırdı. Beni de götürdüğü olmuştur. Şimdi bakıyorum, bir şeyi anlamamış. Onu eleştirenleri gerçek işçi ya da sahici solcu aydınlar sanıyor. Oysa öyle midir? Türkiye’de işçi sınıfının Batı’daki işçi sınıfları gibi şehirli olduğunu söyleyebilmek, hâlâ zor. İşçi dediğimiz, solcu aydın dediğimiz kişilerin önemli bir kesimi, kırsallıkları ağır basan kişiler. İşçi sınıfı adına, işçi sınıfının tarihsel ve toplumsal şehirli özelliklerini ölçüt diye alıp, eylemleri ve kişileri buna göre değerlendirmiyorlar; tam tersine, kurtulamadıkları kırsal değerler sistemini, işçi sınıfının değerler sistemi diye alıp, basbayağı feodal ve ümmetçi bir kafayla, şehirli komprodor aydını yeriyorlar. Şehirli aydınsa, zaten komprodor kültürünün bir ürünü, bu yüzden halkına yabancılaşmış, hele ümmetçi zihniyetli bu çeşit feodal solcularla uyuşmasının olanağı yok. O zaman gelsin irili ufaklı suçlamalar, karalamalar ve dargınlıklar. Meraklısı ararsa, Türkiye toplumcu hareketindeki bozuşma ve çatışmaların çoğunda, bu ilginç karşıtlığı görecektir: Nâzım Hikmet de solcu takımınca bu nedenden uzun süre dışlanmak istenmiş, Çetin Altan ayıplanmış durmuştur. Bence o tarihte Hasan’ı ve beni yadırgayanlar da, aynı kurala uyuyorlardı,” ( Sanat Olayı, s. 27, Mart 1981 ).
Hasan Tanrıkut’un 27 Eylül 1950 ile 19 Aralık 1950 arasında 84 sayı yayımlanan günlük Gerçek gazetesindeki yazılarından önce, 15 Şubat 1950 ile 24 Mayıs 1950 arasında 14 sayı çıkan “Haftalık Sosyalist Siyasî Gazete” Gerçek’teki yazılarına değinmek gerekir.
Haftalık Gerçek gazetesinin künyesinde “sahibi ve neşriyatı fiilen idare eden” olarak Orhan Müstecabi görünür. Gerçek’in 8 Mart 1950 tarihli 4’üncü sayısının 2’nci sayfasında Hasan Tanrıkut’un Ali Ruşenoğlu müstearıyla İdare-i Maslahatçılık Kimin İşine Yarar başlıklı yazısı bulunur. Gazetenin 15 Mart 1950 tarihli 5’inci sayısının 2’nci sayfasında yine Ali Ruşenoğlu imzasıyla Olayların Kritiği yazısı yer alır. 29 Mart 1950 tarihli 6’ncı sayının 4’üncü sayfasındaki Olayların Kritiği yazısının altındaysa A. R. imzası vardır. Gazetenin 5 Nisan 1950 tarihli 7’nci sayısındaki Tarihimizin Kabiledeki Kaynağı başlıklı yazı yine Ali Ruşenoğlu imzalıdır. Gerçek’in 12 Nisan 1950 tarihli 8’inci sayısında da Ali Ruşenoğlu imzalı Doğuda Sınıfların Durumu ( s. 2 ) başlıklı yazısı vardır. Gerçek’in 19 Nisan 1950 tarihli 9’uncu sayısındaki Tarihimizdeki Klik ( s. 2 ) ve 26 Nisan 1950 tarihli 10’uncu sayıdaki Yine Doğuda Sınıfların Durumu başlıklı yazılar da Ali Ruşenoğlu imzalıdırlar. Hasan Tanrıkut’un gazetenin 3 Mayıs 1950 tarihli 11’inci sayısında Ali Ruşenoğlu müstearıyla yayımlanan yazısı bu kez Doğuda Kapitalin Durumu ( s. 2 ) başlığını taşır. Haftalık Gerçek’in 10 Mayıs 1950 tarihli 12’nci sayısındaki Gönül ve Dostlar İster ki başlıklı yazıda da Ali Ruşenoğlu imzası görülür. Gerçek’in 17 Mayıs 1950 tarihli 13’üncü sayısının 2’nci sayfasında bu kez Hasan Tanrıkut imzasıyla Büyük Bir ilim Yanlışlığı ( devamı 4’üncü sayfada ) başlıklı yazı yer alır. Gazetenin 24 Mayıs 1950 tarihli 14’üncü ve haftalık son sayısının 2’nci sayfasında Hasan Tanrıkut’un Burjuvazi İktidarda ( devamı 4’üncü sayfada ) başlıklı yazısı bulunur.

Günlük Gerçek Gazetesi

Hilmi Ziya Ülken’in İnsan dergisinin serüveni nasıl Niko Kiriçis’in Beyoğlu’ndaki Nisuaz Pastahanesi’nde başlamışsa, günlük Gerçek gazetesinin bir ayağı da Suna Kıraathanesi’nde ve Hay – Layf Pastanesi’ndedir. Suna Kıraathanesi Yenilikler dergisi kadrosunun asıl mekânıydı, akşam piyasasına çıkmış Osmanbey kızlarını seyretmek için de “Pangaltı, Halaskâr Gazi Caddesi, No. 149 ve 149/1” adresindeki Hay – Layf Pastanesi’ne takılırlardı. 51961 sicil numaralı bu işletme kayıtlarda “pastane, lokanta, büfe ve meze evi” olarak görünüyor. Attilâ İlhan yazılarını, romanlarını ve şiirlerini burada yazardı. Hasan Tanrıkut’un ise buraya daha sık Yeni İnsan dergisini çıkardığı dönemde uğradığı anlaşılıyor. Salâh Birsel, Orhan Hançerlioğlu ve Hasan Tanrıkut ile Hay – Layf’ta tanışmıştır ( Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu, s. 279, 1983 ). Bir “devlet operasyonu” olduğu anlaşılan 6 – 7 Eylül Olayları’nın Hay – Layf’ın camlarının kırılmasıyla başladığı bilinir. Hay – Layf, “Asklipios Mazarakis ve A. Emanoilidis Kollektif Şirketi” tarafından işletiliyordu. Cahit Tanyol, Necip Fazıl’ın Büyük Doğu serüveninin Hay – Layf Pastanesi’nde başladığını söyler.
Hasan Tanrıkut Gerçek’in 84 sayılık bu döneminde Doğan Ruşenay imzasıyla “Halkın İçinden” başlığıyla günlük fıkralar ve imzasısız olarak da politik yorumlar yazıyordu. Atillâ İlhan’ın ise 2’nci sayfada gazetenin son sayıya kadar tefrikası devam eden Saadet Hepimize Mahsustur isimli romanı ve ayrıca 3’üncü veya 4’üncü sayfalarda bazı çevirileri de yayımlanıyordu. Attilâ İlhan, gazetenin 22 Ekim ve 23 Ekim 1950 günlü nüshalarında 2 gün neşredilen Tito ve Etrafındakiler çevirisi nedeniyle adlî takibata uğrayınca, bir süreliğine Paris’e gitmek zorunda kalacaktır. Cafer Vayni, Türk Düşünce Tarihinde Gerçek Gazetesi konulu yüksek lisans tezinde günlük Gerçek gazetesi yazarı Hasan Tanrıkut’u şöyle değerlendirecektir:
” Gerçek ekibi içerisinde Türk tarihine ilgi duyan ve bu yönde araştırmalar yapan tek kişi Hasan Tanrıkut’tu,” ( s. 131, 1997 ).
Türkiye Sosyalist Partisi’nin “işçi kanadı” ile “aydın kanadı” arasındaki arasındaki çatışma, 1952 yılında partinin kurucuları olan Esat Âdil’in, Mustafa Börklüce’nin, Salih Alboran’ın ve Şevket Döndüren’in partiden ihraçlarına kadar varır. Attilâ İlhan bu olayı 12 Ağustos 1977 günü Cafer Vayni’ye şöyle anlatacaktır:
” … muhalefet Esat Bey’i yeteri kadar organizatör olmamakla ve burjuva politikacılığı yapmakla suçladı. İşçi kanadının başını çektiği bu muhalefette Asım Bezirci çok ısrar etti ve Esat Bey’i devirdi. Türkiye Sosyalist Partisi’nin son genel sekreteri Asım Bezirci’dir. Söylenenlerin aksine ben muhalefette olmadım, çünkü o sıralar Paris’teydim.”
Esat Âdil, ihraç vesikasının altına şu notu düşecektir:
” Korkalıktan ileri gelmiş bir ihanet vesikası. 11 gün sonra da önemli tevkifat. Çözülmelerin, korkaklığın, kaçmanın hiçbir şeyi halletmeyeceğinin delili,” ( Cafer Vayni, Türk Düşünce Tarihinde Gerçek Gazetesi, s. 28, 1997 ).
Esat Âdil, haklıdır. Parti içindeki “işçi kanadı” muhalefeti sadece iktidarın işine yaramıştır. Parti, Samet Ağaoğlu’nun telkin ve suçlamalarıyla kapatılınca, Asım Bezirci’nin başını çektiği ekiptekiler de ihraçtan 11 gün sonra Esat Âdil ile birlikte tevkif edileceklerdir. Türkiye Sosyalist Partisi’nin ve Gerçek’in kapatılması Hasan Tanrıkut’un yazı hayatının da sonu olacaktır. Parti içinde “işçi kanadı” muhalefetinin iftiraya varan “faşizan” baskıları ile polisin takibatı Hasan Tanrıkut’un ruh ve akıl sağlığı bozmaya başlamıştı. Türkiye’de “faşizm” soldan ve sağdan herkesin içindeydi. En yakın arkadaşı Attilâ İlhan Paris’e kaçmıştı, kendisi de Kıbrıs’a gidip, orada “faşist” baskılardan kurtulacağını ve unutulacağını düşünmüştü. Ama orada yağmurdan kaçarken doluya yakalanacaktır. Onun uzun ve ıstıraplı yaşamını da en iyi Attilâ İlhan özetler:
” Hasan’ı faşizm yedi!”

BİR CEVAP BIRAK

Yorum yap!
Adınızı giriniz